31 Aralık 2008

2009'DA; UMUTSUZLUKLAR UMUDA DÖNÜŞSÜN...

Yeni yılda;
bütün
sevdiklerinizle
beraber,
sağlık,
esenlik,
mutluluk
ve
bol şans
dilerim.

Dünya'ya da barış ve huzur getirmesi umuduyla...
Yeni yılınız kutlu olsun

30 Aralık 2008

50 SARIŞIN EL ELE !..


Bilmem aranızda izlenler var mı? Ben de rastlantı sonucu gördüm.

FOX TV'de yeni başlayan bir yarışma programı. Orjinal adı "Beat The Blondes" olan yarışma, Fox Tv'de "Mehmet Ali Erbil'le 50 Sarışın" adıyla yayınlanıyor. Cumartesi akşamları saat 21:00'de yayınlanan yarışmanın özellikleri kısaca şöyle; Bir erkek yarışmacı, 50 sarışın kadına karşı yarışıyor. Erkek yarışmacı ve sarşınlara aynı soru yöneltiliyor. Ancak, burada ince bir nokta var ki, işin en en önemli ve hassas noktası burası. Erkek yarışmacıya, sorulardan seçme şansı tanınıyor. Seçerken de, kendisinin cevabını bilip de, sarışınların bilme olasılığı düşük olabilecek olanları bulması. Yani, erkeler neleri bilir veya kadınlar neleri bilemez. Yarışmanın ana strajejisi bu anladığım kadarıyla.

Yarışma, iki bölümden oluşuyor. 1. Bölümde, 10'ar kişilik gruplar halinde yarışan 50 sarışından, 25'ini elemesi gerekiyor. Sorulara yanlış yanıt veren erkek yarışmacı eleniyor ve yerine başka bir yarışmacı geliyor. Erkek yarışmacının burada bulması gereken, yanlış yanıt veren sarışın. Eğer, cevap vermesini istediği kadın doğru yanıt vermişse, yeni bir soruya geçiliyor. Yanlış yanıt veren sarışın eleniyor.

Eğer, erkek yarışmacı 2. Bölüme geçebilirse ve tüm sarışınları eleyebilirse alacağı miktar 1 Milyon YTL.

Gelelim yarışmanın ne amaçla yapıldığına; Amaç aptal sarışın imajını ortadan kaldırmakmış. Acaba, o imajı daha da perçinlemek olmasın diyorum. Çünkü, akıllı sarışın bulmak için yapılan eleme sınavında, 90 adaya çok basit sorular sorulmuş. Bu sorulardan, Türkiye'nin komşularını hiç bir aday yanıtlayamamış. TBMM'nin kuruluş tarihini ise adayların %38'i bilebilmiş. Fakat, sarışınların %80'i Las Vegas'ın ABD'de olduğunu bilmiş ve "Yaprak Dökümü"nün yazarı Reşat Nuri Güntekin'in kim olduğu sorulunca, bilenler %99 rakamına ulaşmış.

......

Ben bu konuyu, sarışınlarla ilgili bir fıkra ile bağlamak istiyorum. Ne dersiniz?..

Uçakta seyehat eden uyanık bir avukat ile bir sarışın bayan yan yana oturmuşlar. Avukat seyahatin eğlenceli geçmesi için sarışın bayana der ki; "sizinle bir oyun oynayalım" teklifinde bulunur.

Bayan oyunun ne olduğunu sorar. Avukat, "ben size bir soru soracağım, bilemez iseniz siz bana 5 dolar vereceksiniz. Daha sonra Siz bana bir soru soru soracaksınız eğer ben bilemez isem size 50 dolar vereceğim." der.

İlk soruyu avukat sorar. "Dünya ile ayın arasında ki mesafe ne kadardır?" Sarışın bayan tek kelime etmeden çantasından 5 dolar çıkarıp uyanık avukata verir.

Sarışın bayan bu defa avukata sorar. "Yüksek bir yere çıkarken üç ayakla çıkan, inerkende dört ayakla inen şey nedir?" Avukat düşünür taşınır cevabı bulamaz. çıkarıp 50 doları sarışın bayana verir.

Avukat dayanamaz ve sorar, "sorunun cavabı neydi?" Sarışın bayan yine tek kelime etmeden çantasından 5 doları çıkarıp uyanık avukata verir.

27 Aralık 2008

Gül sunan elde, daima bir miktar gül kokusu kalır.


Sakın yanlış anlayıp, devam etmekte olan kampanyadan bahsedeceğimi düşünmeyin. Öyle sanıp da, hemen klavyenize sarılıp, şuna bir aferin, ya da fırça çekeyim diye kalkışmayın.

O iş bitti benim için. Yani kampanya meselesi. Benim meselem kendimle. Bazen nasıl oluyorsa oluyor, hata üstüne hata, gereksiz boşboğazlık ve bir sürü çocukça hareketler yapıyorum. Bunları elimde olmadan, istem dışı yapıyorum.

Kimi zaman da, başkaları beni yanlış anlıyor. Sözlerime farklı anlamlar yüklüyorlar. Hiç benim düşünmediğim şeyi söylediğimi ve bu sölerden kırılıp üzüldüklerini söylüyorlar.

Yanlış anlayıp üzülenlere bir sözüm yok tabii ki. Arada bana da oluyor öyle durumlar. Karşımdaki kişinin sözlerini yanlış anlayıp triplere girdiğim çok olmuştur. Bazı zamanlar bana bir haller oluyor, insanları kırıyor ve üzüyorum. Bunun nedenini ve hangi durum ve zamanlarda yaptığımı tahlil etmem lazım.

Bu günlerde yine aynı şeyler olmaya başladı. Sanki özür kampanyası benim kampanyamış gibi, durmadan özür dilemek zorunda kalıyorum. Daha dün 3-4 kişiden özür dilemem gerekti. Bunların bazısı sözlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklandı. Diğerleri ise, benim yanlışlıkların yüzünden.

Yalnız bir huyum var, birini bilerek veya bilmeyerek kırdıysam ve üzdüysem. Daha doğrusu üzüldüğünü ve kırıldığını farkedip öğrendiysem; Ondan beni affetmesini mutlaka isterim ve her zaman istemişimdir. Çünkü, özür dilemenin bir erdem olduğuna inanırım. Özür dilemenin, kişileri küçültmeyeceğini, aksine kişileri yücelteceğine inanırım.

Ama bir de benim gibi zırt pırt özür dileyen kişiler içinde, "hem yapıyor, arkasından da özür diliyor" sözlerini çok duyduğum için, asıl olanın özür dilememizi gerektirecek davranışlardan kaçınmamız gerekir.

Bahsetmeyecektim, fakat yeri geldiği için bir parantez de onun için açmam gerektiğini düşündüm. Özür dilemenin, şahsi bir davranış olduğunu, toplumsal bir özür dilemenin yanlış ve gereksiz olduğunu düşünüyorum. Güya bu konuya girmeyecektim. Ama dedim ya, dilim durmuyor ki, düşündüğümü söylemezsem çatlarım. Bu konuda da beni mazur görün artık. Malum, düşündüğünü ifade etme özgürlüğü var.

Bu güne kadar kimleri kırıp üzdüysem, hepinizden özür dilerim. Beni affedin ne olur. Sizleri, hepinizi çok seviyorum.

Sevgiyle ve sevdiklerinizle kalınız... Barış, sağlık ve mutluluk dileklerimle... Yeni yılınız kutlu olsun.

Foto : deviantART

25 Aralık 2008

Sanal Evlilikler Gerçeğe Dönüşüyor!

Bir çok kullanıcı için Second Life, aslında 3 boyutlu online bir oyundan çok daha fazla bir anlam taşıyor. Gerçek dünyaya nazaran çok daha az çalkantılı, kendine has ekonomisi ve birbirinden mutlu sakinleriyle pek çok kişi için bir kaçışı temsil ediyor. Second Life'ta, insanlar, toprak, ev sahibi olmakla kalmıyor, aynı zamanda hoşlandıkları kişilerle 'sanal evlilikler' yapabiliyorlar. Kimi zaman sanal ortamda yaşananlar, gerçek dünyada da hayat bulabiliyor.

Sanal ortamda başlayan aşklar her zaman evlilikle noktalanmayabiliyor. Ancak, tıpkı geçtiğimiz günlerde Second Lfe'ta yaşandığı gibi, bunun tersi de olabiliyor. 2003 yılında internet kullanıcılarına bir başka gezegenin kapılarını aralayan 'sanal dünya' Second Life'ta, yaşanan oyunlar kimi zaman gerçeğe dönüşebiliyor. Oyun gereği, 'sanal dünyada' evlenerek birbirlerinin olan iki kişi, tanışmalarının ardından gerçek hayatta da aynı kararı alabiliyorlar.

İngiltere'de, farklı iki şehirde yaşayan Nina Allam ve Sean Barbary'ı gerçek dünyada buluşturan, sanal ortam Second Life'da filizlenen aşkları oldu. Second Life'ta, kendilerine tropikal bir ada dahi bulan çiftten, Londra'da oturan Nina Allam ile kendisinden 5 saat uzakta Cornwall'da yaşayan Sean Barbaryla telefon ve web cam aracılığıyla bir kaç kez görüştükten sonra buluşma kararı aldılar. Sanal dünyada, Brie Janick ve Seany1235 Blinker adlarını alan Nina ile Sean, geçtiğimiz Haziran ayında Second Life'ta evlenmişlerdi. Nina ve Sean, gazetecilere, birbirlerinden çok hoşlandıklarını ifade ettiler.

Bir çok kullanıcı için Second Life, aslında 3 boyutlu online bir oyundan çok daha fazla bir anlam taşıyor. Gerçek dünyaya nazaran çok daha az çalkantılı, kendine has ekonomisi ve birbirinden mutlu sakinleriyle pek çok kişi için bir kaçışı temsil ediyor. Second Life'ta, insanlar, toprak, ev sahibi olmakla kalmıyor, aynı zamanda hoşlandıkları kişilerle 'sanal evlilikler' yapabiliyorlar. Kimi zaman sanal ortamda yaşananlar, gerçek dünyada da hayat bulabiliyor.

Sanal ortamda aylar süren birlikteliğin ardından gerçek hayatta da tanışmaya karar veren bir başka çift, Sharon ile Nigel, tanışmalarının üzerinden 3 ay gibi kısa bir sürenin geçmesinin ardından birlikte yaşamaya karar verdiler. 5 ay sonrasında nişanlanan çift, Mayıs 2009'da evlenmeyi planlıyor.

Second Life, vatandaşlarından Captive007 Latte ile Roach Benelli, sanal ortamda 2007'nin Ağustos ayında evlenen bir başka çift. Gerçek hayatta tanışan, ancak birbirlerini Second Life'ta 'tanıyan' çift, geçtiğimiz Haziran ayında evlilik kararı aldı.

Gerçek hayatta, önümüzdeki yaz evlenme kararı alan SeasonedRed Halfpint ile Darrius Beresford çifti ise şimdilerde Second Life'da yaşayan 'müstakbel' gelin ve damat adaylarına ekonomik 'evlilik paketleri' sunuyor. Kimbilir, belki de gerçek hayatta kırılganlıklara feda edilen, ıskalanan mutluluklar, sanal ortamda daha kolay yol alıyor. Second Life'tan, daha fazla evlilik haberleri gelirse şaşırmayın!

Kaynak : Turk.internet.com Murat Çehreli

24 Aralık 2008

Sağ olasın, Google amca...


Google amcaya ne kadar teşekkür etsem azdır. Geleni gönderiyor sağ olsun...

porn :

Valla sana yeminle yeni bitti. Onun yerine popcorn versek...

arzu sex :

Onu arzulamayan var mı? Oğlum, şuna kapıyı gösteriver...

saçın yüzüne perde :

Yok hayır, ben saçlarımı omzuma perde yaptım...

bayram tebriği :

Ah!.. Canımmm.. Nasıl da görmedim ben seni, bayramdan önce söyleseydin ya... Alt tarafı bir tebrik canım, sana da gönderirdim.

parlak aşk resimleri :

Aşkın resmini bulsak... Varmıdır ki kimsede, aşkın resmi? Parlak olması şart değil. Bir şekilde parlatırdık biz onu.

ekonomik fıkralar :

Fıkra ekonomik olunca, anlattığın kişi de ekonomik güler. Hadi al sana bir ekonomik fıkra; Kazık. Komik mi? Güldürdü mü?..

ulus 29 yılbaşı 2009 programı :

Ulus 29'a davet edersen, programı söylerim. Ha yoksa sen oranın patronu musun? Yılbaşında sahne mi almamı istiyorsun? Ne demek efendim, siz emredin yeter ki!.. Ha, pardon!.. Ne kadar ödemede bulunacaksınız? Hı!.. Hıhıh!.. Tamam!.. Okey!.. Oldu!.. Anlaştık.. Byeeee...

arcuu :

Yok burada, öyle biri. Acaba, bulabildi mi? ki...

aşk ile arzunun farkı :

Aşktan arzuyu çıkartırsan... Sakın çıkartayım deme... Zaten zor girdim, aşk küpüne... Ama, Arzu'dan aşkı çıkartırsan, geriye Arzu'nun cesedini bulursun...

me fal o allah :

Töbe töbe... Çarpılacaksın...

evli kadınların gerçek ihanet hikayeleri :

Bir gün evlenirsem ve ihanet edersem, sana söz yazacam, hem de burada.

cennet ve cehennem hikayeleri :

Yolculuk mu var, o yana?..

"ranini manini" :

Kız, evinde dursana. Hoydur hoydur, gezip duruyon. Bak sana gelmiş, bulamamış. Kapı, duvar diyor adamcaz. Gelmiş benim kapıyı çalmış gariban.

seruma katılması yasak ilaçlar :

Ya bana bak... Kaç defa dedim sana; İstediğin ilacı katabilirsin diye. Yasak ilaç yok...

dünyadan arkadaşlarla ingilizce chat yapmak istiyorum :

Vay Mars'lı!.. Demek ingilizceyi söktün he?.. Yok be!.. İstemeye istemeye, dünyalı oldum zaten. Sakın bulaşayım deme, otur oturduğun yerde...

karamsar :

Sarmsak mı demek istedin? Ya git buralardan, kokutacaksın şimdi her yeri...

lidyalılar yaşam :

Kim söylemişse yaşamıyor diye, yalan söylemiş. Torunları var ülkemizde yaşayan.

arzunun sohbet odası :

Evet, niyetim var. Babama söyleyim de, odalardan birini daha bana ayırsın da sohbet odası şeklinde düzenleyeyim.

erkek istermisin chat :

Erkek ya da kız, Allah ne verirse kabulumdür. O günleri görelimde.

çocuklar odalarının duvarını boyamak istiyorsa, bırakın boyasınlar. evin satış değeri düşmez! :

Haberim olmadan, çocuklarım olmuş. yaramazlar da duvarları boyamışlar demek. Ama, evi satılığa çıkardıklarından da haberim yok.Boyayın lan, anasını satim. Bak uzmanı konuştu burda...

neşeli mum :

O kadar da değil ama, fazla neşe mumu devirir. Allah korusun evi mevi yakarsın...

arzu isminin fransası nedir :

Buna cevap vermiyeceğim. Nedir, demiş ama işaretlemeden bihaber. Soru işareti olmadığı için cevap yok.

beyaz sirke nedir? :

Bak adam gibi soru sormuş. İşareti de çakmış. Gel de cevapsız bırak! Düşman başına vermesin. Bu cevap yeter mi?.. Yetmezse bekliyorum. Hiç olmazsa hitimiz artsın. Bitimiz değil...

ranini :

Bak yine kapıda bırakmış misafirlerini, monitörü kör olmayasıca...

23 Aralık 2008

Arzu'dan herkese... Sizden de, sevdiklerinize...


Lütfen resmin üzerine tıklayınız!...

20 Aralık 2008

Geç kalmayın sakın, aşkınızı söylemeye...


Seviyorsanız eğer;
Geç kalmayın sakın aşkınızı söylemeye
telgraf çekin, telefon edin,
mektup yazın...
Uçaklara, trenlere
tüm taşıtlara binin...
Koşun, arayın, bulun,
haber gönderin, birine anlatın...
Duvarlara yazın, ağaçlara kazıyın...

Yani deneyin bütün olanakları,

hiç olmazsa; iki yaprak
samanlı kağıda yazın...
Ama sakın geç kalmayın!
AŞKINIZI SÖYLEMEYE...

ÖZDEMİR İNCE

17 Aralık 2008

SÜRPRİZ YILBAŞI HEDİYESİ?!?!?!

2008'in bitmesine artık günler kaldı.
Yeni bir yıla girmek üzereyiz.

2009'un bizlere neler getireceği hakkında bir çok uzman falcı, astrolog ve yazar çeşitli görüşler, fikirler ileri sürüyorlar.
Ancak, ben sizlere 2009'un bize hangi sürprizleri hazırladığı hakkındaki fikirleri burada sunup, sizleri sıkmak istemiyorum.

Benim bahsetmek istediğim sürpriz, çok çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü...
Yukarıda değindik, yılbaşı geliyor...

Yılbaşında sevdiklerinize hediyeleri şimdiden seçme telaşı ve koşuşturmacası da başladı.

Konu yılbaşı olunca ve de yılbaşında verilecek hediye olduğuna göre;

Bu hediyenin de her zamanki hediyelerden farklı, sürpriz hediye olması nasıl olur, sizce?!..

Bak gör, elalem ne hediyeler düşünüyor.

Yazılarını kaçırmadan takip ettiğim bir yazarın aylar önce okuduğum bir yazısını sunuyorum sizlere...


Eşiniz hediye olarak bir fahişe verse ne yaparsınız?

Konu gayri ciddi ama sorum ciddi.

Başbakanın Madrit’teki türban açıklamasıyla birlikte öyle bir türbülansa girdik ki herkeste moral sıfır.
“AKP kapatılır” diyen de karamsar, “Kapatılmaz” diyen de. Bunaldık milletçe.
Bunaldık ya, eğlenceli bir konu iyi gelebilir. Doğrusu ben eğlendim. Siz okuyunca “ne günlere kaldık” da diyebilirsiniz. “Bize neden böylesi düşmez” de diyebilirsiniz.

Orası size kalmış.

Birkaç gün önce bir haber okumuştum. Bir magazin çiftinden erkeğin doğum gününde karısı 3 striptizci kız getirtmiş. Ulus 29’a. En sevdiğim mekanlardan biri Ulus 29. Kızlar anadan üryan kalana kadar şova devam etmişler.

Bu haber bana geçen hafta bir arkadaşımın anlattıklarını hatırlattı.
Arkadaşım İstanbul’da. Çevresi oldukça geniş bir adam.

Gümüşsuyu’nda, ilk kez gittiğim, harika bir restoranda, nefis bir yemek yiyoruz. Benle yemek yiyenler bu cümleyi kurduğuma şaşıracaklar elbet. Bir restoran ve bir yemek için “harika”, “nefis” gibi sözcükleri kullanmam neredeyse imkansızdır çünkü.

Konumuza dönelim.

Keyifli bir sohbetteyiz ki derin bir iç çekti arkadaşım. “Hayırdır” dedim.

“Sorma” dedi. “Başımda bir bela var onunla uğraşıyorum.” Genelde ciddi meselelerle uğraştığını bildiğim için aldı beni bir merak.
Anlattı.

“Ya” dedi “Bir bayan arkadaşım kocasına bir sürpriz yapmak istiyor.”

“Olabilir, bu seni neden ilgilendiriyor?” dedim. “Nasıl ilgilendirmesin? Kocasına doğum gününde bir fahişe hediye etmek istiyormuş. Benden de o fahişeyi bulmamı istedi. Şimdi onu arıyorum.”
Söylediklerinin “arıyorum” kısmına inanmadım elbette. Eminim onda hayli telefon vardır.

Ben şaşkın ve ağzım açık bakıp kaldım. Konunun garabetine değil, kadının arayışa girme cesaretine şaşkınlığım. Yoksa böylesi içeriklere şaşmıyoruz epeydir.

“Nasıl yani?” dedim. “Sen bir fahişe bulup evlerine mi götüreceksin? Seni tanırım o kadarını da yapmazsın.”
“Olur mu canım?” dedi. “Fahişenin telefonunu bulup arkadaşıma vereceğim o kadar. O da kadını arayıp bir saat ve otel adresi verecek.”

“Eee?” dedim, şaşkınlık diz boyu. “Arkadaşım kocasını fahişeye adresini verdiği otele götürecek. Sonra odadan bir bahaneyle çıkıp, yerine fahişe gelecek. Kocaya sürpriiiz!”
O sırada otel odasındaki kocanın yüz ifadesi gözünüzde canlandı mı bilemem. Kiminiz keyiften dört köşe bir adam yüzü canlandırabilir, kiminiz “Aman bizim hanımın bir komplosuna mı kurban gidiyoruz yoksa” diye panik bir yüz ifadesi hayal edebilir.

Arkadaşım anlattıklarını bitirince ben de ekledim. “O kadar saf değilsindir sen. Bayan arkadaşının odadan çıkacağım dediğine inanmış olamazsın.”
Güldük.

Bu konuşmayı çok bilmiş bir arkadaşıma anlattığımda ne dese beğenirsiniz?
“Siz bunu kocaya sürpriz hediye mi sandınız? Ne kadar safsınız. Kadıncağız fahişeyi kocasına bırakıp kendisini kurtarmayı planlamıştır. Ee, malum bu ülkede seks kadınlar için bir zevk değil bir angaryadır.”

Bu görüş insan psikolojisini iyi bilen birine ait olunca düşündürüyor insanı.

Ya siz? Böyle bir hediyeyi verseydiniz amacınız ne olurdu?

Ya da böyle bir hediye alsaydınız ilk düşündüğünüz ne olurdu?

Pek merak ediyorum, gerçekten.

Kaynak : Haberturk.com / Nuran Yıldız / 21.03.2008 09:16

09 Aralık 2008

Bir Yürek Susacak


Bir gün gideceğim çok uzaklara.
Geride kalacak aşkın çağrısı.
Dönüp de ardıma bakmayacağım.
Sensiz söylenecek sevda şarkısı.

Resmini duvardan kaldıracağım.
Dinecek içimde hasret sancısı
Sevmiyorum diye haykıracağım.
Saatler duracak gece yarısı.

Yağmurlar yağacak sensiz bu şehre.
Solacak renklerin alı sarısı.
Bil ki, düşlerinin bittiği yerde,
Bir yürek susacak gece yarısı.


Ülkü Duysak

07 Aralık 2008

Her gününüz bayram tadında geçsin...



Sevgili okurlar,

Ne olur, bu bayramda kendinize ve karşınızdakine önem verin, dikkat edin.

Bu bayramda araçları ile yolculuk yapanlar, iki kat dikkatli olun, size ve sevdiklerinize bir zarar gelmesin.

Herkese, esenlik ve mutluluk dileklerimle, nice bayramlara... sevdikleri ile birlikte.

Sevgiyle kalın..
.

04 Aralık 2008

Sen Bana Karışmışsın, Ben Sana...

Yorumsuz !..
* * * * * * * * * * * * * *
Boynumda tütün esen nefesin ürperiyor.

Mevsimin sert soğuğunda karışıyor
Saç tellerime sarılan sıcaklığı avuçlarının.
Yokluk esiyor.
Ya da bana öyle geliyor.

İskeleye giden caddeyi geçiyorum,
Köşeden ansızın bir otobüs dönüyor,
Adımlarım şaşırıyor,
Yanlış bir kaldırım taşına basıyorum,
Sendeliyorum.
Elin belimi kavrıyor,
Gövdemi gövdene çekiyor, beni sana yaslıyor.
Kollarının arası başımı döndürüyor,
Bu kentin içinde kayboluyorum,
Gözlerinde bulunuyorum.
Ya da bana öyle geliyor.

Yürüyorum...
Ne kadar zaman sürüyor,
Nerelerden geçiyorum bilmiyorum.
Neler düşünüyorum!
' şşşşş, ' diyor yanımda sesin,
Kulağımda ılık fısıltını duyuyorum,
' Seni seviyorum'.
Ya da bana öyle geliyor.

Beşiktaş vapur iskelesinde,
Ayrı yollara dağılmayı bekleyen kalabalık.
Karmakarışık, darmadağınık.
Darmadağınsın, darmadağınım,
Sen bana karışmışsın, ben sana dalgın.
Vapur bekliyor,
Burada ayrılmalıyız.
Bu kalabalığın bir yerlerinde,
Ayrı adreslerde parçalanmalıyız.
Karşı kıyı seni çağırıyor,
Vedalaşmalıyız.
Bir ses içimde
' Bir dahası olmayacak' diyor.
Ya da bana öyle geliyor.

Bir yağmur düşüyor kirpiğimin ucuna,
Seni damlıyor.
Başımı tutup, dayıyorsun dudaklarına,
Saçlarımı ciğerlerin soluyor.
Yüreğimin derinine bir ezgi düşüyor,
Bir gitar teline vuruyor aşk adını.
' Kadınım, ' diyorsun' hayatımın kadını'
Sızıma sızın değiyor,
O ezgi 'ayrılamam' diye ağlıyor.
Ya da bana öyle geliyor.

Necla Maraşlı

02 Aralık 2008

Yüreğine iğne saplanan kadınlar...

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani!

Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!



İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır.

Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte...

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır... Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın...

İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa
bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar.

Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!

Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.

Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında...

Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları ASK gerçeği onların gözünde küçülür.. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar...

Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar...

Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. Eee o zaman niye sarılsınlar ki? Niye sarılalım ki?
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın
olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.

O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Alıntıdır.

Arzu'nun Notu : Hiç bir kadının yüreğine iğne saplamayan, TILSIM'a teşekkürler...


28 Kasım 2008

''AN''LAR

“Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama


İkincisinde daha çok hata yapardım


Kusursuz olmaya çalışmaz…sırtüstü yatardım


Neşeli olurdum, ilkinde olmadığı kadar çok az şeyi ciddiyetle yapardım

Temizlik sorun bile olmazdı asla

Daha çok riske girerdim

Yolculuk ederdim daha fazla

Daha çok gündoğumu izler, daha çok dağa tırmanırdım

Daha çok nehirde yüzerdim

Görmediğim birçok yere giderdim

Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye

Gerçek sorunlarım olurdu, hayali olanların yerine

Yaşamımın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben

Elbette mutlu anlarım oldu ama

Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu

Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten

Anlar, sadece anlar. Siz de “an”ı yaşayın

Hiçbir yere yanımda termometre, su, şemsiye ve paraşüt

Almadan gitmeyen insanlardandım ben

Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım

Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım

Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla

Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır

Çocuklarla oynardım

Bir şansım olsaydı eğer

Ama işte 85′indeyim ve biliyorum

Ölüyorum”

Jorge Luis Borges

24 Kasım 2008

ÖĞRETMENİM


Öğrenci gözüyle öğretmen adlı yarışmada birincilik ödülü alan yazı.


Ben bir öğretmen çocuğuyum. İlk öğretmenim de annemdir. Öbür çocuklar gibi okula başlarken yabancılık çektiğimi söyleyemem. Yaşamım okulda başlamıştı. Ancak okula başlamamla yeni bir sorun önüme çıktı. Annemi öbür çocuklarla paylaşmak zorunda kalmıştım. Evde benim üzerime kanat geren, bana bir çiçek gibi özen gösteren annem, okulda ve özellikle sınıfımızda bambaşka biri oluyor, tüm çocuklar onunmuş gibi onlara da aynı sevgiyi gösteriyordu. Dahası, onların sorunlarını eve de getiriyor ve hepsiyle ayrı ayrı ilgileniyordu. Bu benim kıskançlığımı arttırıyordu. Özellikle “Ümmü” ile çok ilgileniyordu. Bu siyah saçlı, siyah gözlü, tombul yanaklı köy çocuğu pek konuşkan değildi. Teneffüslerde oyunlara da katılmazdı. İçine kapanık, sessiz bir tipti. Annem teneffüslerde “Ümmü” ile oynardı. Ümmü’nün sorununa çözüm bulabilmek için ailesi ile sıkı bir ilişki kurmuştu. Bu çalışma kısa sürede meyvesini verdi. Ümmü oyunlara bizim çağırmamızı beklemeden katılıyor, çalışmaları ile de kendini gösteriyordu. Annemin sevinci sonsuzdu. Bir ödül almışçasına “Ümmü’yü kazandım” diye seviniyordu. Fakat sevinci uzun sürmedi. Talihsiz bir olay Ümmü’nün yaşantısını alt üst etti. Soğuk bir kış günü evde yalnız kalan Ümmü, sobayı yakmak istemiş fakat yakamamış. Bakmış ki olmuyor, kızgın odunların üzerine gaz dökmüş ve kibriti yakmış. İşte ne oldu ise o zaman olmuş, sobadan fırlayan alevler Ümmü’yü sarmış. Dumanları gören komşular eve koşmuşlar. Ümmü’yü yarı baygın halde kurtarmışlar, yangını da bastırmışlar. Ev kurtuldu. Fakat Ümmü geçirdiği korku nedeniyle konuşamaz oldu. Gösterildiği doktorlar Ümmü’yü ancak bir şokun konuşturabileceğini söylemişler. Annem Ümmü’yü sıkıntılı günlerinde yalnız bırakmadı. Sınıfa getiriyor, onunla yine ilgileniyordu. Aradan iki ay geçti. Annem kalp çarpıntısı geçirerek derste rahatsızlandı. Rengi sararıyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. Babam bir taksi getirdi, annemi bir battaniye içinde sarsmadan arabaya yerleştiriyorlardı ki; kekeleyen bir ses işitildi. “Öğretmenim ne olur iyi ol, seni çok seviyorum.” Hepimizden önce annem tanıdı sesin sahibini. Ümmü’ydü bu. Annem kapalı gözlerinin ardından sızan yaşlarla, “Ah ne güzel Tanrım. Ümmü de konuştu.” dedi. Ben de Başöğretmen Atatürk’ümün eğitim ordusunda öğretmen olacağım. Ben de bilgisizliğin karanlığına ışık tutacağım. Yurdumun çocuklarına bilgiden taç öreceğim. Öğrencilerimin gönüllerinde yaşayacağım.
Özlem ÖZTUĞ
BÜTÜN ÖĞRETMELERİN ÖĞRETMELER GÜNÜ KUTLU OLSUN.

Arzu'nun Notu : Çok sevgili Google'a da, bu anlamlı gün için hazırladığı logo için teşekkür ederiz.

21 Kasım 2008

Global ekonomik fıkra(!..) Pardon kriz(!..)


Aslında, bu konuda yazmayı, hiç istemiyordum. Fakat, okuduğum bir fıkradan sonra, hiç olmazsa espirili bir yaklaşımla bir şeyler karalayayım dedim.

Global ekonomik kriz!..

Hamdolsun!.. Bize uğramıyacak olan, yahut da teğet geçecek olan "kriz." Artık değip mi geçer?.. Yoksa, delip mi?.. Hayatta kalıp görebilirsek, anlarız bakalım.
Yine, hamdolsun ki; Bankalarımız sapa sağlam, taş gibi. Maşallah!.. Yahu, bankamız mı kaldı ki?.. Taş gibi olmasa da farketmez. Elalemin bankalarından bize ne. Kala kala bir Merkez Bankamız kalmış, bari onu da verin birilerine de, tepe tepe kullansınlar.

Ve de, hamdolsun ki; Biz, daha önceki krizlerden ders aldık. Ödevlerimizi tam yaptık. Hem biz alışıkız böyle şeylere. Bize bişe olmaz. He ya, bişe olmaz dimi?!.. Onlar kendi krizlerine baksın. Bize karışmasınlar bakim. Hem bizim avrupada aslanlarımız, anadoluda kaplanlarımız var. İkisini bir araya getirirsek dünyaya meydan okuruz. Var mı bundan haberiniz?

....
Aaa!.. Bu yaptığınız ayıp ama sizin. Ne o! Niye benim girişimci esnafıma kredi vermiyorsunuz? Niye kredi musluklarını kısıyorsunuz? Niçin, geçen yıl kazandığınız karları, ortaklarınıza dağıtıyorsunuz da, semayenize eklemiyorsunuz? Bir de, benim emekçi kardeşlerimi işten çıkarıyorsunuz? Diyeceğim ama... Durun şuraya gidiyorum, dönünce daha söyleyeceklerim var size. Yahut da, gittiğim yerden söylemesi daha güzel oluyor. Oradan, söylerim en iyisi.
....

Bu konuda bu kadar geyik, yeter sanırım. Şimdi, okuduğum fıkrayı anlatayım mı, sizlere?.. Ben okurken, sonuna gelene kadar başka olaylar bekliyordum. Ne bileyim işte. Issız bir adaya iniyorlar. Orada yaşanacak, ilginç olaylar, daha doğrusu cinsellik içeren bir son bekliyordum. Tabii ki, bu beklenti benden kaynaklanıyordur, muhakkak.

Adamın biri... Adamın biri ne demek ya. Fıkra böyle mi anlatılır?... En iyisi ben fıkrayı aşağıya copy-paste yapayım da, fıkrayı da, fıkracıyı da çileden çıkarmayayım.
.....

Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar, Avusturalya''da tatil yapmaya karar vermişlerdi.Uçağın penceresinden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.

Sessizliği pilotun anonsu bozdu:
"Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."
"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye çalışacağız."
"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."

Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.

Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu, gözlerine endişeyle baktı;
"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?"
"Hayır sevgilim, unutmuşum. Kızdın mı?"

Adam endişeyle yine sordu:
"Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?"
"Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."

Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı.
"Aferin"

Karısı şaşkın, korkarak sordu.
"İyi misin tatlım?"

"Hiç olmadığım kadar. Çünkü, bankacılar bizi kesin bulur!"

Google'ın sanal dünyası kararmak üzere...


Google'ın, seks tartışmalarıyla gündemden düşmeyen sanal dünyası Lively'den kötü haber geldi.

Google'ın Haziran ayında başlatmış olduğu Lively adlı projesi henüz beta sürümü mertebesinden çıkamadan iptal edildi. Kullanıcıların üç boyutlu avatarlar yaratabilecekleri, yine 3 boyutlu sanal mekanlarını kurabilecekleri ve döşeyebilecekleri bir sosyal iletişim platformu olan Lively, arkasında Google olmasına rağmen sadece 6 ay dayanabildi.

Hayata geçtiği andan beri pek çok kişinin Second Life'a benzerliğinden bahsettiği ve seks tartışmalarıyla hiç gündemden düşmeyen Lively'nin "hayat dolu" sitesi Aralık sonunda kapatılacak. Bu kararda Sony'nin PS3 kullanıcıları için piyasaya süreceği "Home" adlı
yeni iletişim platformunun yaratacağı rekabetin de etkili olduğu düşünülüyor.
Kaynak

15 Kasım 2008

AVATARIUM - Bir Tüketici Paradoksu


İstanbul Dijital Kültür ve Sanat Vakfı’nın ev sahipliğinde, 12-16 Kasım 2008 tarihleri arasında City’s Nişantaşı’nda, İngiliz sanatçı Paul Sermon tarafından gerçekleştirilecek, etkileşimli video yerleştirmesinin izleyenlerde yaratacağı tek reaksiyon, ‘şaşkınlık’ olacak!

City’s Nişantaşı’na alışverişe gittiğinizi düşünün. Koridorları gezerken bir ekran ile karşılaşıyorsunuz ve ekranda kendinizi görüyorsunuz. Hemen yanınızda ise hoş bir delikanlı veya çok güzel genç bir kadın duruyor. Şaşkınlıkla sağınıza solunuza bakıyorsunuz, ancak kimse yok. Bu bir göz yanılması değil. O yanınızda gördüğünüz kişi, “İkinci Hayat” dediğimiz, sanal bir dünya olan “Second Life”’ta yaşayan bir avatar. Sizin gibi o da alışveriş yapıyor. Şaşkınlığı bırakın ve 12-16 Kasım tarihleri arasında, sanal dünyanın sakinleri ile kol kola girip, alışverişin keyfini çıkartın. Sanal ile gerçeğin bir araya geldiği, bir etkileşimli video yerleştirmesi olan bu yapıt, İngiliz sanatçı Paul Sermon’un son çalışması.

City’s Nişantaşı alışveriş merkezinde sergilenen yapıt, çalışmalarında bilişim teknolojilerini yoğun biçimde kullanan tanınmış İngiliz sanatçı ve akademisyen Paul Sermon’a ait. Sanatçının gerçek ve sanal dünyayı biraraya getirdiği “AVATARIUM – Bir Tüketici Paradoksu” isimli çalışması, dünyada ilk defa İstanbul’da sergilenerek, izleyicisiyle buluşuyor. City’s Nişantaşı ziyaretçileri, kendileriyle birlikte alışveriş merkezinin koridorlarını arşınlayan “Second Life” dünyasının avatar’larıyla tanışıyorlar.

AVATARIUM, 12-16 Kasım 2008 tarihleri süresince, saat 11.00-19.00 saatleri arasında herkesin ziyaretine ve katılımına açık olacak. Ayrıca uygulama, eş zamanlı olarak bütün dünyadaki Second Life üyeleri tarafından da internet üzerinden takip edilebiliyor.

Sanal ve gerçek dünyada alışveriş...

İzleyicilerin içine girerek kendi deneyimlerini yaşadıkları, etkileşimli bir video yerleştirmesi olan yapıt, İnternet’in Second Life isimli popüler sanal dünyasını, gerçek dünya ortamıyla buluşturuyor. Sanatçının Second Life’ın sanal dünyasında kurguladığı bir alışveriş merkezinin koridorlarını aşındıran avatarlarla, gerçek dünyadaki cıvıl cıvıl City’s Nişantaşı’nı gezen ziyaretçiler, her iki tarafta da yer alan dev video ekranlarda bir araya geliyorlar.

İkinci Hayat

Second Life, kullanıma açıldığı 2003 yılından itibaren hızla büyüyerek bugünlerdeki üye sayısı on beş milyonu geçen, İnternet tabanlı 3-Boyutlu bir sanal dünya (http://secondlife.com). Üye kullanıcılar, bu sanal dünyadaki varlıklarını kendi yarattıkları ve “avatar” adı verilen canlandırma karakterler aracılığı ile sürdürüyorlar. Sadece avatarlar değil Second Life’taki her şey, yine sanal dünyanın sakinleri tarafından tasarlanıp yaratılıyor. Second Life dünyasının üyeleri avatarlarını kullanarak, her türlü sosyal ve ekonomik ilişkileri ve yaşam alanları ile kendilerine sanal bir hayat kurabiliyorlar. Avatarlar, gerçek kazançlar elde ettikleri işler kurabiliyor, özel mekânlar, araç ve gereçler tasarlayıp inşa edebiliyor, dijital ürünler tasarlayıp üreterek bunların ticaretini yapabiliyor, dostlar ve sevgililer edinip sanal dünyanın alışveriş ve eğlence merkezlerinde zaman geçirebiliyorlar. Second Life, aylık hacmi milyonlarca dolara ulaşan bir pazar ekonomisine sahip ve ticaret, bu dünyanın özel para birimi olan “Linden Doları” kullanılarak yapılıyor. Linden Doları, sanal dünyanın sayıları hızla artan döviz bürolarında, yine sanal dünya piyasasında dinamik olarak oluşan kur üzerinden, gerçek Amerikan Dolarına çevrilebiliyor.

Kaynak : Milliyet/teknoloji

Not : Bu konu ile ilgili diğer haber linkleri.
İkinci hayat sanal, ya birincisi?
Paul Sermon’un 'Avatarium'u Gerçek ve Sanal Dünyayı Biraraya Getiriyor



14 Kasım 2008

İhanet Sanal, Boşanma Gerçek...


Bilgisayarda İkinci Hayat (Second Life) oyunu oynarken, kadın bir karakterle uygunsuz vaziyette yakaladığı kocasına boşanma davası açtı.


LONDRA - Evli çiftin hayatına giren “sanal sevgili” boşanmalarına neden oluyor. İhanetin gerçekleştiği alan, internette oynanan ve bir hayli popüler olan, İkinci Hayat (Second Life) adlı oyun.

Yaşadığımız gerçek dünyaya paralel bilgisayarda ikinci bir hayat kurmanıza olanak tanıyan İkinci Hayat (Second Life) adlı oyunda işininizi, görünüşünüzü, ya da cinsiyetinizi istediğiniz gibi seçip, diğer karakterlerle temasa geçiyorsunuz.

Amy Pollard, kocası David Pollard’ı bilgisayar ekranında İkinci Hayat (Second Life) oyunu oynarken kadın bir karakterle uygunsuz vaziyette yakaladığını söyleyerek boşanma başvurusunu yapıyor.

Üstelik, İkinci Hayat’ta ilk defa aldatılışı değil. Daily Telegraph’a göre kocasını sanal dünyada daha önce telekız rolünde bir karakterle birlikte gördüğünü de söylüyor.

10 MİLYON OYUNCU
Dünya çapında 10 milyonu aşkın kişinin oynadığı İkinci Hayat, Amy ve David Pollar çiftinin şakaya vurduğu bir oyun değil. Çünkü çift de bu oyunda tanışıp sonra gerçek hayatta evlenmeye karar vermiş.

Reuters haber ajansının da bir büro açtığı oyunda muhabirler sanal dünyadan haber geçiyor.

İKİNCİ HAYAT
Second Life, kullanıma açıldığı 2003 yılından itibaren hızla büyüyerek bugünlerdeki üye sayısı on milyonu geçen, İnternet tabanlı 3-Boyutlu bir sanal dünya (http://secondlife.com). Üye kullanıcılar, bu sanal dünyadaki varlıklarını kendi yarattıkları ve “avatar” adı verilen canlandırma karakterler aracılığı ile sürdürüyorlar. Sadece avatarlar değil Second Life’taki her şey, yine sanal dünyanın sakinleri tarafından tasarlanıp yaratılıyor. Second Life dünyasının üyeleri avatarlarını kullanarak, her türlü sosyal ve ekonomik ilişkileri ve yaşam alanları ile kendilerine sanal bir hayat kurabiliyorlar. Avatarlar, gerçek kazançlar elde ettikleri işler kurabiliyor, özel mekânlar, araç ve gereçler tasarlayıp inşa edebiliyor, dijital ürünler tasarlayıp üreterek bunların ticaretini yapabiliyor, dostlar ve sevgililer edinip sanal dünyanın alışveriş ve eğlence merkezlerinde zaman geçirebiliyorlar. Second Life, aylık hacmi milyonlarca dolara ulaşan bir pazar ekonomisine sahip ve ticaret, bu dünyanın özel para birimi olan “Linden Doları” kullanılarak yapılıyor. Linden Doları, sanal dünyanın sayıları hızla artan döviz bürolarında, yine sanal dünya piyasasında dinamik olarak oluşan kur üzerinden, gerçek Amerikan Dolarına çevrilebiliyor.

Kaynak : ntvmsnbc.com

10 Kasım 2008

1881 - Ebediyen Kalbimizde


Bugün Yüce Önder Atatürk'ü, aramızdan ayrılışının 70. yılında, bir kez daha özlemle anıyoruz.

Sen rahat uyu, Atam!

Bizlere emanet ettiğin Cumhuriyet ve onun eşsiz değerlerinin, yılmaz savunucusu ve koruyucusu olmaya var gücümüzle devam edeceğiz.

Aşağıya beğendiğim yazılardan birkaç alıntı koydum.
Beğeniyle ve ibretle okuyacağınızı sanıyorum.



ŞİMDİLERDE SENİ SEVMEYE "TABU" DİYORLAR...

“Memleket mutlaka çağdaş, uygar ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın semere vermesi buna bağlıdır. Türkiye ya yeni düşünceyle donanmış, namuslu bir yönetim olacaktır ya da olamayacaktır.
İcraatımızda engel hiçbir zaman halktan, bu yoğun tabakadan gelmeyecektir. Halk refah içinde, bağımsız, zengin olmak istiyor; komşularının refahını gördüğü durumda fakir olmak pek ağırdır. Gerici düşünceleri besleyenler belirli bir sınıfa yaslanabileceklerini zannediyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur. Gelişme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik yolunda duracak değiliz. Dünya müthiş bir akıntıyla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?” (Mustafa Kemal, Aralık 1923)
Sevgili Atatürk,
Şimdilerde senin 1923’te verdiğin bu çağdaşlık dersini görmezden gelip, senin düşüncelerini izleyenlere “tutucu” diyorlar.
Sevgili Atatürk,
Şimdilerde seni sevmeye “tabu”, seni sevenlere “çağdışı” diyorlar.
Onlar sana yabancı değil, onları iyi tanırsın. Yaşamını işgalci ordularla mücadele etmekten daha çok onlarla mücadele etmeye harcadın. Onlar o gün varlardı, bugün de varlar.
Biz sana, senin düşüncelerine itiraz edenlere alışkınız, çekinmeyiz.
Seni izleyenlerin mücadele ruhu sendendir, rahat uyu ATATÜRK…

Kaynak : Nuran Yıldız / haberturk.com


SEN BİZİM GÖZÜMÜZÜ AÇTIN

Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile, işçiyle, esnafla konuşur; dertlerini dinlerdi..İşte böyle gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasını süren bir çiftçi ile karşılaştı.
- Kolay gele, bereketli ola ağa, hayrola, öküzün teki ne oldu?
- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca öküzü satıp borcumuzu ödedik.

Atatürk kaşlarını çatarak dedi ki..
-Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.

Halil Ağa “Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” diye yalvaracak oldu ki, Ata cevap verdi..“Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın”...

GÖZLERDEKİ SIR

70 yaşındaki Hacer Nine kimsesizlikten bunalmıştı yine.. Kocasını Yemen’de kaybetmişti. Bir oğlu Balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı. Torunlarının biri Büyük Muharebede şehit düşmüştü diğeri İkinci İnönü’den dönmemişti. Her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara’nın yolunu tutardı. Saatlerce yürüdükten sonra ikindin Ankara’ya geldi, Büyük Millet Meclisi’nin kapısı önünde durup çömeldi. Görevliler onu farketti, ‘neden burada duruyorsun’ diye sordular..
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum. İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim. O, Millet Meclisi’nden çıkarken gözlerine bakarım. Mavi gözbebeklerinde bütün şehitlerimin gözlerini görür gibi olurum. Son içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim.

UŞAKLIĞI ÖĞRETEMEDİM

İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti verir. Ziyafetten önce İngiltere Sarayı’nda verilen ziyaretlerle ilgili araştırma yaptırır.. Sonunda sofra İngiliz usulu donatılır...Kral sofraya bayılır, kendini sarayda hissettiğini söyler Ata’ya ve teşekkür eder...
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmektedir. Bunlardan biri heyecanlanarak, elindeki tabakla birdenbire yere yuvarlanır. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesilirler. Atatürk Kral’a eğilerek şöyle der....Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim..

İKİNCİ ŞANGIRTI

Atatürk, Boğaziçi’nde bir gazinoda meşhur konuşmalarından birini yapmaktadır..Herkes, kulak kesilmiş, sessizçe onu dinlerken, biri elindeki bardağı büyük bir şangırtı ile yere düşürür. Herkesin yerici bakışları, üzerinde toplanır. Adam utançtan ölmek üzereyken ikinci bir şangırtı bakışların yönünü değiştirir.. Eli henüz havada duran Atatürk’ün gülen yüzü ve hoşgörülük taşıyan gözleridir bu...

DİKTATÖRLÜK

Bir halk toplantısında, bir genç Ata’ya ‘Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?’ diye sordu... Ata’nın cevabı hemen geldi..
- Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın..

Resim: www.meb.gov.tr

28 Ekim 2008

Tek Varlığımız Cumhuriyeti Koruyalım


Sevgili okurlar,

Öncelikle, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, saygı ve rahmetle anıyorum. Bizlere, emanet edip gittiğinden beri, Cumhuriyetimizin ne kadar deformasyona uğradığını, ne kadar bozulduğunu ve içinin boşaltıldığını, birazcık gözlem yapan, azıcık üzerinde düşünen kişilerin, bunun farkına varmaması imkansız.

O halde, Cumhuriyet nedir(?) ve bize emanet edilen bu Cumhuriyet ile şimdi bir çok kesimin farklı şekillerde yorumları ile dejenere edilen arasında ne farklar vardır.

Türkiyede pek çok insan, "Cumhuriyet nedir?" dendiğinde, "Halkın kendi kendisini yönetmesidir" cevabından başka bir şey söyleyememesi çok üzücü bir durumla karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir.

Cumhuriyet kavramı, aynı zamanda her ülkede farklı tanımlamalar ve kapsamlar içermektedir. Her ülke kendi yapısına uygun tanımlamalar yapmış ve içeriğini ona göre düzenlemiştir. Türkiyede de durum bundan farklı değildir. Türkiyede Cumhuriyet kavramı bir çok kesim tarafından dile getirildiği gibi; egemenliğin doğrudan kendisi veya temsilcileri vasıtası ile kullanılması değildir. Bu durum zaten, Tanzimatın ilanı ile bir çok eksiği ve ara vermeler olsa da, 1921 Teşkilat-ı Esasiyeden beri vardı. Atatürk'ün, "benim en büyük eserim, Türkiye Cumhuriyeti'dir" derken, kastettiği "Büyük Türk Devrimi" idi.

Bu devrimi düşündüğümüzde, Cumhuriyetimizin kapsamı da geniş anlamda ortaya çıkıyor. İşte bu devrimdir ki, daha sonraki yıllarda insan hakları ve sosyal hukuk devleti kavramlarının, Cumhuriyetimize ve hukuk sistemimize dahil edilmesini sağlamıştır.

İşte bu devrimdir ki;
Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinin, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için; Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilan ve Onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet eder.
Cümleleri kastedilmektedir.

Sözlerimi, Can Yücel ustadan bir alıntı ile bitirmek istiyorum. Bu vesileyle de, büyük ustayı saygı ve rahmetle anıyorum.

Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da.
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı.
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir" diyor, muhtar.
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken, ekranda entarili bir çocuk belirdi.
Kirvesi tutmus kolundan.
Yatırdılar, bir kamp yatağına.
Ardından, sünnetçi olacak zat boy gösterdi.
Elinde bıçağıyla.
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de, ekran karardı.
Korkarım, bu sade Gölköylülerin değil, umumuzun...
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de, düştüğü bir tarihsel yanılgı.
Çünkü, sünnet değil, FARZDIR CUMHURİYET

CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU OLSUN
EY HALKIM !... UYAN ARTIK, KALK AYAĞA !...

25 Ekim 2008

SUS-MA-YA-CAZ

Evet, bu siteye erişim, mahkeme kararıyla engellenmiştir.

Hangi site engellendi?
Bu site...

Vay anasını ya!
Ben ney mişim(?) böyle de, yaptığım site, engelenecekler listesine girmiş.

Sitede ne var engellenecek, peki?
Ne yok ki(?)(!)
Site bomboş olsa da, bu bile kapatma sebebi...

Peki, bu siteden başka kapatılan site var mı?
Olmaz mı?
Hem de, binlerce, hatta 10 binlerce siteyi kapattılar.

Peki, kapatma gerekçesi nedir?
Var mı, bir gerekçe?
İşte bunu sorma...
Buna cevap verecek merci, makam, daire, ve saire bulamazsın.

Ama!..

Ama, ne?

Ama, böyle bir şey nasıl yapılır?
İnsanların, kişilerin yazı yazma, bilgi verme/alma, görüş bildirme, görüşleri eleştirme, bağırma, haykırma, ağlama, daha ne bileyim bir çok şey yapma özgürlüğü elinden alınıyor.
Böyle bir hakları var mı?

Bak! Susma hakkını saymadın, sen de.
Bu hakkı kullansınlar, diyorlar.
Bu hak onlara yeter, diyorlar.
Susun ve sadece bu hakkınızı kullanın, daha da ileri gitmeyin, yoksa... diyorlar.
Sanıyorlar ki, bizi susturabilecekler!..
Geçmişte, bu imkanların olmadığı zamanlarda susturamadılar.
Şimdi mi susturabilecekler?
Gelin, susturun bakalım...
Bakalım, susturabilecek misiniz?...

SUS-MA-YA-CA-ĞIZ...

12 Ekim 2008

KEŞKE, BEN DE GÖREBİLSEYDİM!.. O'NU...



Sevgili okurlar,


İnanın, nasıl başlayacağımı bilmiyorum, bilemiyorum.

Aşağıya bir blogda görüp okuduğum, iki kişi arasında geçen diyaloglardan oluşan, biraz uzunca bir hikayeyi aktarmak istedim.

Hikayenin kimin tarafından yazıldığı blog yazarı tarafından da bilinmiyor.

O da, "hikayede geçen tarih ve kişilerin gerçek olduğu" konusunda benimle aynı şekilde düşünüyor.


Okurken hıçkırıklarıma ve gözyaşlarıma hakim olamadım. Eminim siz de, olamayacaksınız.

İçinde, hem trajedi, hem sevgi, hem alçak gönüllülük, hem duygusallık, hem nezaket, hem yumuşak kalplilik ve daha benim dile getirmediğim bir çok duygu ve düşünceyi bulmanız mümkün.

İnsana hayat dersleri veren, geçmişten günümüze ve günümüzden de geleceğe ışık tutan bir öğreti buldum ben hikayede.


Okumanızı, sonuna kadar okumanızı istiyorum.

Hatta, bir değil, bir kaç kez okumanızı öneriyorum. Her okumanızda farklı bir ders, farklı bir felsefi düşünce ve farklı bir duyguya tanık olacaksınız.

Sizin de, okuduktan sonra, arkadaşlarınıza, eşinize-dostunuza, ailenize ve en önemlisi çocuklarınıza okutmanızı, konu hakkında tartışmanızı, fikirlerinizi paylaşmanızı öneriyorum.

Okuduktan sonra, aşağıya da yorumunuzu yazarsanız, ayrıca beni de sevindirmiş, mutlu etmiş olursunuz.


Şimdiden, hepinize çok teşekkür ediyor, sevgilerimi gönderiyorum...

Arzu




.....kalktı.
Sabah ezanının, insan ruhuna huzur veren sesi, oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle, pencereye doğru yöneldi.
Pencereyi açması ile odaya, ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.
Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak, yaşlı ciğerlerini, sabahın ılık esintisi ile doldurdu.
Abdestini aldı.
Sabah namazını kıldı.

Mutfağa yöneldi.
Çayla birlikte, bir iki lokma bir şeyler atıştırdı.
Oturma odasına yöneldi.
Eski bir fiskos masasının yanındaki, koltuğuna ilişti.
Masanın üstü, çerçeveler ile doluydu.
Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
Çerçevenin içindeki fotoğrafta;
İstiklal madalyalı, kara yağız bir adamla,
makyajsız olmasına rağmen, güzelliği göz alan bir kadın, birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.

Yaşlı kadın, 'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi.
Usulca yerine koyduğu çerçeveye, bir bakış daha attıktan sonra, başka bir çerçeveyi eline aldı.
Bu siyah beyaz fotoğrafta da, subay üniformalı bir adamla, bir gelin yan yana duruyorlardı.
Yaşlı kadın, çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü.

'Günaydın Kocacığım' dedi.

Kadın, bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra, üçüncü ve son çerçeveye uzandı.
Gözlerinden yaş damlıyordu.

Fotoğraftaki biri erkek, diğeri kız çocuklara bakıp,
'Günaydın
Evlatlarım' dedi.

Tüm çerçevelere kısaca göz atıp,
'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi.

Ağlamak için bile, yaşlı hissediyordu kendini.
Yavaşça koltuğundan doğruldu.
Ağır adımlarla, telefona doğru yöneldi.

Titreyen ellerle, numaraları çevirdi.

Karşısına çıkan adama,
'Bir taksi istiyorum' deyip, adresi verdi.

Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi.

Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama, şimdi bu merdivenler, hayatının en büyük engeli olmuştu.

Yavaş ve dikkatli bir biçimde iniyordu.
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna, sokağı inletiyordu.
'Apartmanı ayağa kaldırdı. Ne aceleci adammış' diye,
kendi kendine söylenerek, sokağa indi.

Nihayet taksiye binebildi.
'Teyze hoş geldin' dedi,
25-30 yaşlarındaki şoför.

'Nereye gidiyoruz?'
Kadın, kısa bir sessizliğin sonunda,
Tüm bir gün beni taşırmısın?'
diye sordu.
'Sana 500 lira veririm.'
Adam küçümser bir gülümseme ile,
'Mal sahibi benden, her gün 500 lira
istiyor teyze' dedi.
Kadın gülümsedi,
'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'

'Kurtarmaz ama, senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?'
'Anıtkabir'e'
'Anıtkabir'e mi?
'Evet'
'Tamam teyzeciğim'
Taksi hareket etti.
Şöför, bir yandan yola bakıyor, aynadan da, arkadaki yaşlı yolcusunu inceliyordu.
'Yaş kaç teyzeciğim?'
'Seksen sekiz'
'Maşallah, Allah uzun ömür versin teyzeciğim'
'Allah, sağlıklı ve mutlu ömür versin oğlum'
'Haklısın teyzecim'
Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti.
Şoför, 'Teyzeciğim geldik' dedi.
Dalgın görünen kadın,
'Evladım, burada yardımına ihtiyacım var. Benimle gel.' dedi.

Adam şaşırmıştı.
'Tabii teyze'
dedi.

Kuşkulu gözlerle,
'Bizi buraya alırlar mı?'
diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda dikildi.
Gözlerinden ateş fışkırarak,
'Ne demek
almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi

'Hayır'
'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'
'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'
'Ee o zaman'
'Ne bileyim, bir kez okulla gelmiştik, bayramda. Bayram olmayınca, burası kapalı sanıyordum ben.'
Kadın, sinirli bir şekilde kafa salladı.
Şoför utanmıştı.
Mozoleye çıkan, mermer merdivenlere kadar konuşmadılar.
Merdivenlere geldiklerinde, şoför kuşkulu bir şekilde,
'Nasıl çıkacaksın Teyze?'
diye sordu.

'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'
'Her ay geliyormusun? '
'Evet'
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar.
Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler.
İçerisi çok serindi.
Şoför, büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının,
koluna girmişti.

Kadının nefes alışları sıklaşmıştı.
Nihayet mozolenin önüne geldiler.
Kadın, şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu.
Çantasını açtı.
Tek bir karanfil çıkardı.
Mozoleye doğru ilerledi.
Çiçeği mozoleye koydu.
Şoför, şaşkınlıkla olayı seyrederken, kadının ağzından, şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
'Hayatım boyunca, sana
verdiğim sözü tutmak için çalıştım.'
Ağır ağır geriye çekilen kadın, ellerini açıp Fatiha okumaya başladı.
Şoför, kısa bir şaşkınlığın ardından, ona katıldı.
Kadın, bir anlık suskunluktan sonra,
'Hadi
gidelim.' dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde, arabaya
döndüler.

Şoför, kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
'Teyze, Yoruldun mu?' dedi.
Kadın susmuştu.
Bir süre suskunluktan sonra,
'Evet, hem de
çok yoruldum' diye cevapladı.
'Nereye gidiyoruz?'
'Bankaya'
Şoför, arabasındaki kadının, herhangi biri olmadığını anlamıştı.
Bu yaşlı kadının, Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi?
En sonunda dayanamadı.
'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'
'Sor bakalım evladım'
'Anıtkabir'de, Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?'
'Uzun hikaye evladım'
'Olsun be teyze, anlat ne olur'
'Ben lisedeyken, bizim okulumuza gelmişti, Atatürk. Beni de, ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde, bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. 'Hemşire' dedim. O da, 'Güzel meslek ama, bence sen Hakim ol. İsmine çok yakışır' dedi. Ben, 'Kadından hakim olmaz ki' dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum. Hakim olacaksın' dedi.
'Sen ne dedin peki?'
'Mustafa Kemal emretmiş. Ne denir? Söz verdim.'
'Peki, olabildin mi Adalet Teyze?'
'Evet, ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'
'Vay be! Sende ne hikaye varmış, Adalet Teyze'
'Herkesin bir hikayesi vardır, evladım. Herkesin hikayesi de, kendine göre değerlidir. Eğer, insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen, insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'
'Haklısın, Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin?'
'Evet.'
'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'
'Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada, adın neydi, evladım?'
'Osman, teyzeciğim.'
'Tamam, Osman. Beni 45 dakika kadar sonra, buradan al. Olur mu?'
'Tamam teyzeciğim'
Adalet hanım, bankadan içeri girdi.
Osman, öğlen saatinin geldiğini fark edip, yemeğe gitti.
Yemek boyunca, Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir, neler yaşamış, neler görmüştür?' diye düşündü.
Tam vaktinde bankanın önündeydi.
Adalet hanım, 15 dakikalık gecikme ile geldi.
'Hoş geldin, Hakim Teyze'
'Çok uzun zamandır bana, Hakim denmemişti.'
'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'
'Yok, aksine hoşuma gitti. Sağol.'
'Nereye gidiyoruz?'
'Seyranbağlarına'
'Tabii'! Hakim Teyze, çok yer gezmişsindir sen.'
'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik, rahmetli kocamla.'
'Ne iş yapardı amca?'
'Subaydı.'
'Ne zaman vefat etti?'
'1952 de'
'Çok olmuş. Gençmiş.'
'Kore savaşında şehit oldu.'
'Allah rahmet eylesin, Hakim teyze'
'Sağol.'
'Seyranbağları'na geldik. Nereye gideceğiz?'
'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'
'Tamam. Buyur, Hakim Teyze. Geleyim mi ben.'
'Yok! Bekle burada.'
Osman, beklemeye başladı.
Bir ara merak etti.
Binanın, uzaktan görünen levhasına baktı.
"Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu" yazısını okudu.
Anlam veremedi.
'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.
Yarım saat sonra, Adalet hanım göründü.
Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı.
Adalet hanımı, arabaya ağır ağır bindirdi.
Kadın, 'Adalet Hanım, size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda, sizi çok seviyor. Ne olur, arayı çok uzatmayın. Yine gelin.' dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle, 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın.' dedi.
Araba hareket etti.
'Nereye, Hakim Teyze?'
Hemen iki sokak öteye.'
Osman, iki sokak ötede, bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da, "Ankara Seyranbağları Huzurevi" yazıyordu.
'Bekle beni.'
'Tabii, Hakim Teyze.'
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda, bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla
çıkageldi, Adalet Hanım.
Sarılıp, öpüştükten sonra, oradan ayrıldılar.
Osman, dikiz aynasından, Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
'İyi misin, Hakim Teyze?'
'İyiyim, Osman. Eski dostları görünce, insan bir hoş oluyor.'
'Nereye gidiyoruz?'
'Cebeci Asri Mezarlığına'
'Tamam. Teyze nerelisin sen?'
'Aydın, Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra, Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle.Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince, Söke'ye döndük. Allah'a Şükür, Babam'da sağ salim döndü savaştan.'
'Sonra ne oldu?'
'Liseye, Aydın'a gönderdi babam. Orada, Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..'
'Çocuğunuz var mı?'
'Bir kızım bir oğlum vardı.'
'Neredeler şimdi?'
'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'
'Ne güzel!'
'1978'de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'
'Üzüldüm, Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da, babası gibi şehit oldu yani.'
'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah, kimseye evlat acısı vermesin.'
'Amin. Ya kızın?'
'O, eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999'da depremde hepsi vefat ettiler.'
'Allah, rahmet eylesin. Boş boğazlığımla, üzdüm seni Hakim Teyze, kusura bakma.'
'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım. Sen üzülme, sağol.'
'Geldik, Teyze'
'Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.'
'Hakim teyze, buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim, eve bırakayım.'
'Yok beni alacaklar buradan'
'Hakim Teyze, bu para fazla. Kusura bakma, ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para
istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'
'Çocukların var mı?'
'İki tane ellerinden öperler.'
Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
'Adları nedir?'
'Kemal ve Ayşe'
'Oğlumun adı da Kemal'di.'
Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi, Adalet Hanım..
'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama, yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi, içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
Osman, Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü.
Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
Adalet hanım, mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken;
Osman, yaşlı gözlerle onu izliyordu.
Hayatının en büyük dersini, kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen, kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.
Osman, arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi.
Bu gün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün, Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu.
Sanki gök delinmişti.
Osman, taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti.
Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı.
İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
Siyaset doluydu gazete.
Hiç anlamazdı.
Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı.
Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri, genellikle oradan alırlardı.
Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
"Dün gece geç saatlerde, Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin, Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden, Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların, eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ, vefat ettiği
gün, bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek, Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa, ölmek için gittiğini düşünüyor."
Osman, bir anda sarsıldı.
Gözyaşlarına engel olamıyordu.
Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar.
Bir daha da, hiç anlatmadı, Osman bu yaşadıklarını.
Herkesin tek bildiği, Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında;
'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı...



NOT : Yaptığım kısa bir araştırma sonucunda, Türkiye'nin ilk kadın Hakimi Suat Hilmi Berk hanım olduğunu öğrendim. Bu hikayenin, Suat hanıma ait olup olmadığı hakkında bir bilgi edinemedim. Hikaye Suat hanıma ait olmasa bile, kurgu olarak, tarihlerle uyuşmaktadır. Bu nedenle, ben hikayeyi gerçek yaşanmış bir olay olarak değerlendiriyorum.

Sevgiyle kalın...

Arzu / 13.10.2008 10:05

EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu