28 Ekim 2008

Tek Varlığımız Cumhuriyeti Koruyalım


Sevgili okurlar,

Öncelikle, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, saygı ve rahmetle anıyorum. Bizlere, emanet edip gittiğinden beri, Cumhuriyetimizin ne kadar deformasyona uğradığını, ne kadar bozulduğunu ve içinin boşaltıldığını, birazcık gözlem yapan, azıcık üzerinde düşünen kişilerin, bunun farkına varmaması imkansız.

O halde, Cumhuriyet nedir(?) ve bize emanet edilen bu Cumhuriyet ile şimdi bir çok kesimin farklı şekillerde yorumları ile dejenere edilen arasında ne farklar vardır.

Türkiyede pek çok insan, "Cumhuriyet nedir?" dendiğinde, "Halkın kendi kendisini yönetmesidir" cevabından başka bir şey söyleyememesi çok üzücü bir durumla karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir.

Cumhuriyet kavramı, aynı zamanda her ülkede farklı tanımlamalar ve kapsamlar içermektedir. Her ülke kendi yapısına uygun tanımlamalar yapmış ve içeriğini ona göre düzenlemiştir. Türkiyede de durum bundan farklı değildir. Türkiyede Cumhuriyet kavramı bir çok kesim tarafından dile getirildiği gibi; egemenliğin doğrudan kendisi veya temsilcileri vasıtası ile kullanılması değildir. Bu durum zaten, Tanzimatın ilanı ile bir çok eksiği ve ara vermeler olsa da, 1921 Teşkilat-ı Esasiyeden beri vardı. Atatürk'ün, "benim en büyük eserim, Türkiye Cumhuriyeti'dir" derken, kastettiği "Büyük Türk Devrimi" idi.

Bu devrimi düşündüğümüzde, Cumhuriyetimizin kapsamı da geniş anlamda ortaya çıkıyor. İşte bu devrimdir ki, daha sonraki yıllarda insan hakları ve sosyal hukuk devleti kavramlarının, Cumhuriyetimize ve hukuk sistemimize dahil edilmesini sağlamıştır.

İşte bu devrimdir ki;
Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinin, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için; Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilan ve Onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet eder.
Cümleleri kastedilmektedir.

Sözlerimi, Can Yücel ustadan bir alıntı ile bitirmek istiyorum. Bu vesileyle de, büyük ustayı saygı ve rahmetle anıyorum.

Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da.
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı.
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir" diyor, muhtar.
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken, ekranda entarili bir çocuk belirdi.
Kirvesi tutmus kolundan.
Yatırdılar, bir kamp yatağına.
Ardından, sünnetçi olacak zat boy gösterdi.
Elinde bıçağıyla.
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de, ekran karardı.
Korkarım, bu sade Gölköylülerin değil, umumuzun...
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de, düştüğü bir tarihsel yanılgı.
Çünkü, sünnet değil, FARZDIR CUMHURİYET

CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU OLSUN
EY HALKIM !... UYAN ARTIK, KALK AYAĞA !...

25 Ekim 2008

SUS-MA-YA-CAZ

Evet, bu siteye erişim, mahkeme kararıyla engellenmiştir.

Hangi site engellendi?
Bu site...

Vay anasını ya!
Ben ney mişim(?) böyle de, yaptığım site, engelenecekler listesine girmiş.

Sitede ne var engellenecek, peki?
Ne yok ki(?)(!)
Site bomboş olsa da, bu bile kapatma sebebi...

Peki, bu siteden başka kapatılan site var mı?
Olmaz mı?
Hem de, binlerce, hatta 10 binlerce siteyi kapattılar.

Peki, kapatma gerekçesi nedir?
Var mı, bir gerekçe?
İşte bunu sorma...
Buna cevap verecek merci, makam, daire, ve saire bulamazsın.

Ama!..

Ama, ne?

Ama, böyle bir şey nasıl yapılır?
İnsanların, kişilerin yazı yazma, bilgi verme/alma, görüş bildirme, görüşleri eleştirme, bağırma, haykırma, ağlama, daha ne bileyim bir çok şey yapma özgürlüğü elinden alınıyor.
Böyle bir hakları var mı?

Bak! Susma hakkını saymadın, sen de.
Bu hakkı kullansınlar, diyorlar.
Bu hak onlara yeter, diyorlar.
Susun ve sadece bu hakkınızı kullanın, daha da ileri gitmeyin, yoksa... diyorlar.
Sanıyorlar ki, bizi susturabilecekler!..
Geçmişte, bu imkanların olmadığı zamanlarda susturamadılar.
Şimdi mi susturabilecekler?
Gelin, susturun bakalım...
Bakalım, susturabilecek misiniz?...

SUS-MA-YA-CA-ĞIZ...

12 Ekim 2008

KEŞKE, BEN DE GÖREBİLSEYDİM!.. O'NU...



Sevgili okurlar,


İnanın, nasıl başlayacağımı bilmiyorum, bilemiyorum.

Aşağıya bir blogda görüp okuduğum, iki kişi arasında geçen diyaloglardan oluşan, biraz uzunca bir hikayeyi aktarmak istedim.

Hikayenin kimin tarafından yazıldığı blog yazarı tarafından da bilinmiyor.

O da, "hikayede geçen tarih ve kişilerin gerçek olduğu" konusunda benimle aynı şekilde düşünüyor.


Okurken hıçkırıklarıma ve gözyaşlarıma hakim olamadım. Eminim siz de, olamayacaksınız.

İçinde, hem trajedi, hem sevgi, hem alçak gönüllülük, hem duygusallık, hem nezaket, hem yumuşak kalplilik ve daha benim dile getirmediğim bir çok duygu ve düşünceyi bulmanız mümkün.

İnsana hayat dersleri veren, geçmişten günümüze ve günümüzden de geleceğe ışık tutan bir öğreti buldum ben hikayede.


Okumanızı, sonuna kadar okumanızı istiyorum.

Hatta, bir değil, bir kaç kez okumanızı öneriyorum. Her okumanızda farklı bir ders, farklı bir felsefi düşünce ve farklı bir duyguya tanık olacaksınız.

Sizin de, okuduktan sonra, arkadaşlarınıza, eşinize-dostunuza, ailenize ve en önemlisi çocuklarınıza okutmanızı, konu hakkında tartışmanızı, fikirlerinizi paylaşmanızı öneriyorum.

Okuduktan sonra, aşağıya da yorumunuzu yazarsanız, ayrıca beni de sevindirmiş, mutlu etmiş olursunuz.


Şimdiden, hepinize çok teşekkür ediyor, sevgilerimi gönderiyorum...

Arzu




.....kalktı.
Sabah ezanının, insan ruhuna huzur veren sesi, oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle, pencereye doğru yöneldi.
Pencereyi açması ile odaya, ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.
Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak, yaşlı ciğerlerini, sabahın ılık esintisi ile doldurdu.
Abdestini aldı.
Sabah namazını kıldı.

Mutfağa yöneldi.
Çayla birlikte, bir iki lokma bir şeyler atıştırdı.
Oturma odasına yöneldi.
Eski bir fiskos masasının yanındaki, koltuğuna ilişti.
Masanın üstü, çerçeveler ile doluydu.
Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
Çerçevenin içindeki fotoğrafta;
İstiklal madalyalı, kara yağız bir adamla,
makyajsız olmasına rağmen, güzelliği göz alan bir kadın, birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.

Yaşlı kadın, 'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi.
Usulca yerine koyduğu çerçeveye, bir bakış daha attıktan sonra, başka bir çerçeveyi eline aldı.
Bu siyah beyaz fotoğrafta da, subay üniformalı bir adamla, bir gelin yan yana duruyorlardı.
Yaşlı kadın, çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü.

'Günaydın Kocacığım' dedi.

Kadın, bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra, üçüncü ve son çerçeveye uzandı.
Gözlerinden yaş damlıyordu.

Fotoğraftaki biri erkek, diğeri kız çocuklara bakıp,
'Günaydın
Evlatlarım' dedi.

Tüm çerçevelere kısaca göz atıp,
'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi.

Ağlamak için bile, yaşlı hissediyordu kendini.
Yavaşça koltuğundan doğruldu.
Ağır adımlarla, telefona doğru yöneldi.

Titreyen ellerle, numaraları çevirdi.

Karşısına çıkan adama,
'Bir taksi istiyorum' deyip, adresi verdi.

Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi.

Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama, şimdi bu merdivenler, hayatının en büyük engeli olmuştu.

Yavaş ve dikkatli bir biçimde iniyordu.
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna, sokağı inletiyordu.
'Apartmanı ayağa kaldırdı. Ne aceleci adammış' diye,
kendi kendine söylenerek, sokağa indi.

Nihayet taksiye binebildi.
'Teyze hoş geldin' dedi,
25-30 yaşlarındaki şoför.

'Nereye gidiyoruz?'
Kadın, kısa bir sessizliğin sonunda,
Tüm bir gün beni taşırmısın?'
diye sordu.
'Sana 500 lira veririm.'
Adam küçümser bir gülümseme ile,
'Mal sahibi benden, her gün 500 lira
istiyor teyze' dedi.
Kadın gülümsedi,
'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'

'Kurtarmaz ama, senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?'
'Anıtkabir'e'
'Anıtkabir'e mi?
'Evet'
'Tamam teyzeciğim'
Taksi hareket etti.
Şöför, bir yandan yola bakıyor, aynadan da, arkadaki yaşlı yolcusunu inceliyordu.
'Yaş kaç teyzeciğim?'
'Seksen sekiz'
'Maşallah, Allah uzun ömür versin teyzeciğim'
'Allah, sağlıklı ve mutlu ömür versin oğlum'
'Haklısın teyzecim'
Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti.
Şoför, 'Teyzeciğim geldik' dedi.
Dalgın görünen kadın,
'Evladım, burada yardımına ihtiyacım var. Benimle gel.' dedi.

Adam şaşırmıştı.
'Tabii teyze'
dedi.

Kuşkulu gözlerle,
'Bizi buraya alırlar mı?'
diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda dikildi.
Gözlerinden ateş fışkırarak,
'Ne demek
almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi

'Hayır'
'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'
'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'
'Ee o zaman'
'Ne bileyim, bir kez okulla gelmiştik, bayramda. Bayram olmayınca, burası kapalı sanıyordum ben.'
Kadın, sinirli bir şekilde kafa salladı.
Şoför utanmıştı.
Mozoleye çıkan, mermer merdivenlere kadar konuşmadılar.
Merdivenlere geldiklerinde, şoför kuşkulu bir şekilde,
'Nasıl çıkacaksın Teyze?'
diye sordu.

'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'
'Her ay geliyormusun? '
'Evet'
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar.
Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler.
İçerisi çok serindi.
Şoför, büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının,
koluna girmişti.

Kadının nefes alışları sıklaşmıştı.
Nihayet mozolenin önüne geldiler.
Kadın, şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu.
Çantasını açtı.
Tek bir karanfil çıkardı.
Mozoleye doğru ilerledi.
Çiçeği mozoleye koydu.
Şoför, şaşkınlıkla olayı seyrederken, kadının ağzından, şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
'Hayatım boyunca, sana
verdiğim sözü tutmak için çalıştım.'
Ağır ağır geriye çekilen kadın, ellerini açıp Fatiha okumaya başladı.
Şoför, kısa bir şaşkınlığın ardından, ona katıldı.
Kadın, bir anlık suskunluktan sonra,
'Hadi
gidelim.' dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde, arabaya
döndüler.

Şoför, kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
'Teyze, Yoruldun mu?' dedi.
Kadın susmuştu.
Bir süre suskunluktan sonra,
'Evet, hem de
çok yoruldum' diye cevapladı.
'Nereye gidiyoruz?'
'Bankaya'
Şoför, arabasındaki kadının, herhangi biri olmadığını anlamıştı.
Bu yaşlı kadının, Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi?
En sonunda dayanamadı.
'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'
'Sor bakalım evladım'
'Anıtkabir'de, Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?'
'Uzun hikaye evladım'
'Olsun be teyze, anlat ne olur'
'Ben lisedeyken, bizim okulumuza gelmişti, Atatürk. Beni de, ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde, bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. 'Hemşire' dedim. O da, 'Güzel meslek ama, bence sen Hakim ol. İsmine çok yakışır' dedi. Ben, 'Kadından hakim olmaz ki' dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum. Hakim olacaksın' dedi.
'Sen ne dedin peki?'
'Mustafa Kemal emretmiş. Ne denir? Söz verdim.'
'Peki, olabildin mi Adalet Teyze?'
'Evet, ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'
'Vay be! Sende ne hikaye varmış, Adalet Teyze'
'Herkesin bir hikayesi vardır, evladım. Herkesin hikayesi de, kendine göre değerlidir. Eğer, insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen, insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'
'Haklısın, Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin?'
'Evet.'
'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'
'Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada, adın neydi, evladım?'
'Osman, teyzeciğim.'
'Tamam, Osman. Beni 45 dakika kadar sonra, buradan al. Olur mu?'
'Tamam teyzeciğim'
Adalet hanım, bankadan içeri girdi.
Osman, öğlen saatinin geldiğini fark edip, yemeğe gitti.
Yemek boyunca, Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir, neler yaşamış, neler görmüştür?' diye düşündü.
Tam vaktinde bankanın önündeydi.
Adalet hanım, 15 dakikalık gecikme ile geldi.
'Hoş geldin, Hakim Teyze'
'Çok uzun zamandır bana, Hakim denmemişti.'
'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'
'Yok, aksine hoşuma gitti. Sağol.'
'Nereye gidiyoruz?'
'Seyranbağlarına'
'Tabii'! Hakim Teyze, çok yer gezmişsindir sen.'
'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik, rahmetli kocamla.'
'Ne iş yapardı amca?'
'Subaydı.'
'Ne zaman vefat etti?'
'1952 de'
'Çok olmuş. Gençmiş.'
'Kore savaşında şehit oldu.'
'Allah rahmet eylesin, Hakim teyze'
'Sağol.'
'Seyranbağları'na geldik. Nereye gideceğiz?'
'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'
'Tamam. Buyur, Hakim Teyze. Geleyim mi ben.'
'Yok! Bekle burada.'
Osman, beklemeye başladı.
Bir ara merak etti.
Binanın, uzaktan görünen levhasına baktı.
"Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu" yazısını okudu.
Anlam veremedi.
'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.
Yarım saat sonra, Adalet hanım göründü.
Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı.
Adalet hanımı, arabaya ağır ağır bindirdi.
Kadın, 'Adalet Hanım, size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda, sizi çok seviyor. Ne olur, arayı çok uzatmayın. Yine gelin.' dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle, 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın.' dedi.
Araba hareket etti.
'Nereye, Hakim Teyze?'
Hemen iki sokak öteye.'
Osman, iki sokak ötede, bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da, "Ankara Seyranbağları Huzurevi" yazıyordu.
'Bekle beni.'
'Tabii, Hakim Teyze.'
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda, bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla
çıkageldi, Adalet Hanım.
Sarılıp, öpüştükten sonra, oradan ayrıldılar.
Osman, dikiz aynasından, Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
'İyi misin, Hakim Teyze?'
'İyiyim, Osman. Eski dostları görünce, insan bir hoş oluyor.'
'Nereye gidiyoruz?'
'Cebeci Asri Mezarlığına'
'Tamam. Teyze nerelisin sen?'
'Aydın, Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra, Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle.Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince, Söke'ye döndük. Allah'a Şükür, Babam'da sağ salim döndü savaştan.'
'Sonra ne oldu?'
'Liseye, Aydın'a gönderdi babam. Orada, Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..'
'Çocuğunuz var mı?'
'Bir kızım bir oğlum vardı.'
'Neredeler şimdi?'
'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'
'Ne güzel!'
'1978'de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'
'Üzüldüm, Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da, babası gibi şehit oldu yani.'
'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah, kimseye evlat acısı vermesin.'
'Amin. Ya kızın?'
'O, eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999'da depremde hepsi vefat ettiler.'
'Allah, rahmet eylesin. Boş boğazlığımla, üzdüm seni Hakim Teyze, kusura bakma.'
'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım. Sen üzülme, sağol.'
'Geldik, Teyze'
'Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.'
'Hakim teyze, buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim, eve bırakayım.'
'Yok beni alacaklar buradan'
'Hakim Teyze, bu para fazla. Kusura bakma, ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para
istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'
'Çocukların var mı?'
'İki tane ellerinden öperler.'
Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
'Adları nedir?'
'Kemal ve Ayşe'
'Oğlumun adı da Kemal'di.'
Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi, Adalet Hanım..
'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama, yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi, içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
Osman, Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü.
Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
Adalet hanım, mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken;
Osman, yaşlı gözlerle onu izliyordu.
Hayatının en büyük dersini, kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen, kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.
Osman, arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi.
Bu gün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün, Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu.
Sanki gök delinmişti.
Osman, taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti.
Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı.
İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
Siyaset doluydu gazete.
Hiç anlamazdı.
Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı.
Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri, genellikle oradan alırlardı.
Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
"Dün gece geç saatlerde, Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin, Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden, Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların, eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ, vefat ettiği
gün, bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek, Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa, ölmek için gittiğini düşünüyor."
Osman, bir anda sarsıldı.
Gözyaşlarına engel olamıyordu.
Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar.
Bir daha da, hiç anlatmadı, Osman bu yaşadıklarını.
Herkesin tek bildiği, Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında;
'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı...



NOT : Yaptığım kısa bir araştırma sonucunda, Türkiye'nin ilk kadın Hakimi Suat Hilmi Berk hanım olduğunu öğrendim. Bu hikayenin, Suat hanıma ait olup olmadığı hakkında bir bilgi edinemedim. Hikaye Suat hanıma ait olmasa bile, kurgu olarak, tarihlerle uyuşmaktadır. Bu nedenle, ben hikayeyi gerçek yaşanmış bir olay olarak değerlendiriyorum.

Sevgiyle kalın...

Arzu / 13.10.2008 10:05

09 Ekim 2008

TERÖRÜ ÖNLEMENİN SİYASAL ANALİZİ...

Sevgili okurlar,

Yine karamsarlık...

Yine olumsuzluklar...

Nereye baksan, yüzünü güldürmeyi bırak...

Umut verecek bir gelişmeye rastlamak bile, mümkün değil.

Ne yazılı basında...

Ne de görsel medyada...

Parti kapatma davası henüz sonuçlandı. Üzerinde tartışmalar başlar, epey bir zaman idare ederiz, derken...

Hopp, bir bakmışsın; Onun üstüne bir sünger, yeni bir olay. Pardon, eski bir olay; Ergenekon... Bu Ergenekon süngeri de çok dayanıklı, kaliteli bir süngermiş ki, eskimek bilmiyor.

Pat, ardından global ekonomik kriz... ABD'nin en ünlü bankalarını yutan, daha da yutmaya hazırlanan ve dünyayı sarsan, ancak, "bize hiç bir şey yapamaz" denilen olay. ABD'nin sistemine ve kuruluş felsefesine aykırı olarak, "kurtarma paketi" hazırladığı bir olay için, bizimkiler hâlâ "bize bişe olmaz" mantığı içindeler.

Derken, hepimizi yasa boğan terör olayı ve 17 şehidimiz...

Henüz gözümüzün yaşı kurumadan, bir 5 şehit daha...

Bu arada, bizler şehitlerimize ağlarken, bazı kesimimizde "niye önlem alınmadı?", "o karakol niye oraya konuçlandırıldı?" gibi yorumlarda bulunmaya başladı. Bir kuvvet komutanımızın "golf" merakı tartışılır oldu. (Bu kuvvet komutanımızın davranışını ben de eleştiriyorum.)

Ancak, ben terör konusunda şöyle düşünüyorum; Bir defa milletçe çok soğukkanlı olmalıyız. Bu olayın dış destekli olduğunu ve en büyük destekçilerinin de, bizim müttefiklerimiz olduğunu unutmamalıyız. Böyle olunca, soğukkanlı olmak ve toplumumuzun tüm kesimlerinin birlik içinde tutmak, ayrışmalara meydan vermemek için her türlü önlemi almak zorundayız. Bununla birlikte, öncelikle terörün dış desteğini kesmek için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu gerek eğer, ABD'ye kafa tutmaksa, evet ABD'ye "nota vermek" dahil, kafa tutmalıyız. Devlet olmanın gereği neyse o yapılmalıdır.

Dış desteği olmayan hiç bir terör, eylemlerine devam edemez. Sonunda, diz çökmek zorunda kalacaktır. "Bitecek midir?" diye sorarsanız, kesinlikle bitmeyecektir ve sizin zayıf anınızı kollamayı bekleyecektir. Zayıf anınız veya zaaflarınız nelerdir? Toplumun bazı kesimlerini küçük görmek, ayırımcılık ve kayırmacılık yapmak, insanlara eşit ve adil davranmamak, vurgun ve yolsuzlukların artması. Bu ve benzeri zaaflardan kaçınılırsa, eminim ki ülkemiz terör belasından kurtulur.

Şimdi sizlere, okuyunca tüylerimin dikildiği, haberturk.com sitesinde Nuran Yıldız'ın köşesinden, bir alıntı aktarmak istiyorum.

Sevgiyle kalın, hepiniz...


Nazım Hikmet Oratoryosu’nun “Şehitler” bölümü: Tam da içinden geçtiğimiz günler için yazılmış sanki… O kadar güzel ve o kadar anlamlı. Sizler de okuyup aklınızda tutun istedim:
ŞEHİTLER
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler
Dumlupınar'dakiler de elbet
ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
siz toprak altında derin uykudayken
düşmanı çağırdılar,
satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
kalkıp uyandırın bizi!
uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir! / 1959

06 Ekim 2008

0n, Dokuz, Sekiz, Yedi, ..., Üç, İki, Bir, 0...

Canım, senin o hassas kalbini kıracağıma, kafamı taşlara vururum. Eğer bu resimler senin kalbinde bazı yaralar açıp ruhunda fırtınalar koparttıysa; benim kişisel fikirlerim, beynim, mantığım ne söylerse söylesin, o fikirleri törpülemeye, hatta gerekirse vazgeçmeye hazırım.

Bu nedenle, kaldırmanı istediğim -senin de beni kırmayıp kaldırdığın- resimleri yayınlayarak, başka kişilerinde ruhunda, birazcık meltem rüzgarı estirebilirsek ne mutlu.

Haline şükretmek konusunda, düşüncelerim değişmedi. Şükretmek, hiç bir zaman ileriye gitmeye, daha iyi yaşamak istemeye engel değildir ve olmamalıdır. Ayrıca, sadece haline şükrederek de başkalarına yardımcı olmak imkansızdır. "Şükür" kavramı aslında Allah'a has bir kavramdır. Yapılacaksa ona yapılmalıdır. Fakat, şükrederek de oturarak da, karın doyurulmayacağını, yine Tanrımız bize bildirmektedir. Bu durum böyle olduğu halde, İslamiyetin içine sokulan bir çok yanlış uygulamalar gibi, bu konuda da, halka yanlış fikirler şırınga edilerek - bu konuda emperyalist güçlerin de tezgahları da rol oynamıştır - İslam toplumlarının gelişmesi engellenmiştir. İnsanlarrın bir birine şükrettikleri kadar, Tanrıya şükretmedikleri aşikardır. İki cümlemizden birinde mutlaka "teşekkür" kelimesi geçmektedir. Hristiyan toplumlarına baktığımızda ise, şükretme konusunda bizden daha fazla şükrettikleri halde, ilerlemek ve gelişmek için de çalışmaktan geri durmamışlar. Hatta daha da ileri giderek, gelişmemiş ülkeleri de sömürmeye devam etmişler ve ediyorlar.

Şimdilik lafı fazla uzatmayayım, başka yazı ve yorumlara saklayayım.

Sevgiyle kal, canım arkadaşım...

_____________________________________________________________________________________

>>SEVGİLİ TILSIMCIĞIMIN, İBRETLİK KARELERİ<<













04 Ekim 2008

SEVGİLİM, BARIŞ İSTER MİSİN?...



BARIŞ NEDİR SEVGİLİM

barış nedir sevgilim
biliyor musun
bir köprü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken
halka açılamadan batan bir şirket
iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış
yoksa
hurdacıya söylediği son sözler mi
bisikleti vurulan bir çocuğun
söyle sevgilim
Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış
Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e
çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa


söyle sevgilim
de ki
tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış
saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati
ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melek
de ki
aptalların türküsü
oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış
dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde


de ki sevgilim
içine bayat pil konmuş el feneridir barış
fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların
barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan
kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir
barış
kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın
barış
halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde
açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış
patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada


bunların hiçbiri
hiçbiri değilse barış
söyle sevgilim
savaşın düş kurduğu yerlerde
hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcüktür
şu dillerden düşmeyen barış

Akgün AKOVA

Second life'ta Grup nasıl kurulur?


Benim arkadaş çevrem çok ve bunlarla ortak hareket etmek için veya iş icabı grup kurmak istiyorum diyorsanız ;
Yukarıda ki resimli olarak anlatılan grup nasıl kuruluru inceleyin.

Cep'ten 'aktif arama'lı soygun


Cep'ten 'aktif arama'lı soygun

Cep telefonları ile her arama yapıldığında ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısı ile cep telefonu kullanıcılarının teknolojik oyunlarla soyulduğu belirtildi.

Cep telefonları ile her arama sırasında ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısı ile kullanıcıların kontörlerinin gizlice iç edildiği ortaya çıktı. Teknolojik oyunlarla 'Biz bu sistemi yaptık, siz de uygulasaydınız' gibi savunmalarla kullanıcıların resmen soyulduğu ortaya çıktı.

Normalde arama sırasında ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısının iptal edilmediği zaman her aramada karşıdaki kullanıcıdan bir kontör kırpılmış olduğu belirtildi. Ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısını yok etmek isteyenler ise ##002# 'i arayarak bunu kaldırıyor ve kendisini arayanların soyulmasını önlüyor. Ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısını ##002# 'i arayanlar iptal edebiliyor. Bu da kullanıcılara sorulmadan ve bilgileri dışında arama aktarması komutu verildiğini ortaya koyuyor.

Bu uygulamayı deneyerek arama aktarma komutunu iptal eden kullanıcılar ise hayretler içinde kalıyor. Cep telefonları ile yapılan her aramada ekranda beliren 'aktif aramalar' yazısı iptal edilmediği müddetçe, kişiye ulaşamayan herkesten bir kontör düşülüyor.

Eğer aranan kişinin telefonu da telesekreter ayarli ise dinlenen 1 saniyelik 'aradığınız kişiye ulaşılamıyor' mesajı için de kullanıcıların ayrıca bir normal arama karşılığı ücretlendirdiği vurgulandı.

İşin en garip kısmının ise normalde cep telefonu hatlarında default (fabrika çıkışı) olarak ayarli bir telesekreter yokken, herkese bu telesekreterin otomatik olarak ayarlı gelmesi olduğu vurgulandı. Yani, kullanıcının hiç bir şeyden haberi yokken, aradığı ve ulaşamadığı her kullanımda hemen 1.5 kontorünün çalındığı vurgulandı.

Kullanıcı, eğer iki dakika sonra yine ulaşamazsa 1,5 kontör daha gidiyor. İşin en acı tarafı ise kimsenin böyle bir uygulamadan haberinin olmaması ve telesekreteri bedava zannetmesi. Telefon şebeke istasyonu yetkilileri ise kendilerini arayan kullanıcılara; ##002#'yi arayarak tele sekreterin kaldırılabileceğini anlatmakla yetiniyor.

Buna tepki gösteren kullanıcılar ise teknolojik oyunlarla soyulduklarını belirterek, "Teknolojiye ulaşamıyoruz. Kullandığımız telefonların bütün özelliklerini bilmiyoruz. Bizden habersiz neden bu tür uygulamalar yapılıyor." şeklinde tepki gösterdiler.
Kaynak:
EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu