Ankara'ya sonbahar, at kestaneleriyle gelir bulvar kaldırımlarında...
O sonbahar, tank paletleriyle gelmişti.
Giderek büyüyen korkunç bir uğultu ve uygun adım koşuşturan postal sesleri, bir Eylül sabahı alacakaranlıkta teslim aldı şehri...
Uyandığımızda fırınların önü kuyruktu ve üniversiteliler başucu kitaplarıyla isyana çağıran dergileri yakıyorlardı hela taşlarında... O dergiler ki "oligarşinin mevcut krizi çözmek için silahlı müdahaleden gayrı yolunun kalmadığını" yazıp duruyorlardı nicedir...
Çok geçmedi, yine aynı sonbaharın serin alacakaranlığında cezaevi avluları "Katil oligarşi... Kahrolsun faşizm" sloganlarıyla çınladı... ve sözler bitmeden tekmeledi cellatlar darağacının taburelerini...idam edilebilsin diye yaşı küçültülmüş fidanların boyunları kırıldı birer birer, darbenin kırdığı kalemlerin buyruğuyla...
* * *
Ve sen ey zaman tanrısı;
...sen ne kudretlisin ki bize tez elden gösterdin, hiçbir süngünün bir saati durdurmaya gücünün yetmeyeceğini...
Bir baktık ki; hükümranlığında çıplak kadınların resmedildiği tabloları emirle sergilerden kaldırtan paşamız, şimdi nü resimler boyadığı Marmaris'te, nesli tükenen kaplumbağalar ve sağlığı bozulan Cumhurbaşkanları için dualar ediyor. 17 yıl önce "başımızdan eksik etmek için" sürgünlere yolladığı Demirel'e, "Allah sizi başımızdan eksik etmesin" diye mesajlar gönderiyor.
Darbenin devirdiği "kare ası"ndan Demirel Cumhurbaşkanı, Ecevit Başbakan yardımcısı, Erbakan ana muhalefet lideri, Türkeş "merhum büyük devlet adamı" olduktan sonra Evren'e hayır duaları etmek kalıyor.
Ve "Zaman tanrısı", bugünden düne öpücük yollarken son buseyi eski İçişleri Bakanı Meral Akşener'in dudaklarına konduruyor:
"Dev-Sol haklıymış" diyor Akşener, düne kadar yok etmek için savaştığı bir örgütün teşhisini doğrulayarak: "...Türkiye'de gerçekten de elitist oligarşik bir dikta yönetimi var. Hükümet, bu diktanın sopasıdır."
Çiller'in deyimiyle "son komünist devlet" olan Türk devletinin "son komünist bakanı" Akşener, 17 yıl önce hela taşlarında yakılmış teşhisleri keşfediyor. Bu sözleri söyledi diye boynuna yağlı urgan dolanmış delikanlıların itibarlarını iade ediyor.
Acaba "oligarşik devlet" tezinin sahipleri, şimdi bu gecikmiş teşhisin tedavisine ilişkin görüşlerini de Akşener'e fakslarlar mı? Akşener, "Oligarşik diktaya karşı yegâne mücadele yönteminin silahlı direniş olduğu" görüşüne de katılır mı? Çiller Akşener ikilisi Yeniköy'deki hücre evinden. Tarabya sırtlarına çıkıp kırdan kente doğru "oligarşinin sopası/brifing cuntası"na karşı silahlı mücadeleyi başlatır mı?
Bunları sormak için Dev-Sol'cu arkadaşları arayacaktım. Ancak sonra günlerden Cuma olduğunu farkedip vazgeçtim. Çünkü geçenlerde gazetelerde gördüğüm bir fotoğrafta Dev-Sol'cular bir camide dizlerini kırmış, ölen bir yoldaşları için Cuma namazı kılıyorlardı. Akşener, oligarşiyi keşfederken, Dev-Sol, "halkın değeriyle barışma"yı deniyordu.
* * *
Ankara'ya bu sonbahar, bulvarda at kestaneleriyle geldi.
...bir de benzersiz ibret dersleriyle...
Ve sen ey zaman tanrısı;
...sen ne kudretlisin ki, devrilmiş liderleri kahraman, onları devirenleri duahan yaptın. Lanetlenmiş sloganlarımızı, onları lanetleyenlere söylettin. Asılmış gençlerimiz birer film yıldızı bugün... yakılmış kitaplarımız best-seller...
Yeter artık; acı bize..!
Oynama bizimle..!
CAN DÜNDAR
ANKARA’YA SONBAHAR GELİR…
Ankara’ya sonbahar gelir ki görmelisiniz… Ömrünüzün bir yerinde, sonbaharların birinde birkaç günü Ankara’da geçirmeden “bir hayat yaşadım” demeniz hayata büyük haksızlık. Öyle gelir Ankara’ya sonbahar…
Gri, renksiz sandığımız sokaklar öyle renklere boyanır, yürürken bir tablonun içinden geçiyorum sanırsınız. Adımlarınız bir tuvale basar gibi olur ya da..
Sarıdan yeşile, pembeden kırmızıya tüm renkler, ağaçtan önce dalda, daldan önce yapraktadır. Şaşkına dönersiniz..
Ankara’ya sonbahar öyle bir gelir ki yüreğinize mi çarpar önce, gözünüze mi çarpar bilemezsiniz…
Ankara’da aşk mevsimi ilkbahar değildir, aşk sonbaharla gelir. Sevgiliye daha bir sokulmak için hafif bir rüzgar, incecik bir soğuk süzülür içinize.. Bir tuzak gibidir sevgiliyi akla düşürmek için Ankara’da sonbahar.
Sokak sokak, Bahçelievler’den Yüksel Caddesi’ne, Tunalı’dan Cinnah’a sarı sarı şehre karışır hayat. Sarı sarı hayat soluklanır her köşede.
İşte o zaman anlarsınız tüm gri anılar sarıdır. Ankara bir sarışındır aslında. Öyle şuh türünden değil, masum, sessiz ve sakin bir sarışın…
Bir tepeye, bir yükseltiye çıkmalıdır hemen. Vakit yitirmeden. Bir dakikasını, bir saniyesini kaybetmek olmaz. Sonbaharda bakınca bir tepeden neden şairler Ankara’dan çıkar anlarsınız.. Tablosunda sarı kullanmayan ressam bilirsiniz ki Ankara’dan geçmemiştir.
Ankara’da sonbahar baştan çıkarıcıdır. Kendinizi sürüklenirken bulursunuz sonbaharın içinden geçerken.. Sürüklenirsiniz ya sokağa ya da sevgilinizin kollarına…
Fark edersiniz yanı başınızda durduğunu ağaçların. Anlatsanız dinleyecektir sizi, dinleseniz anlatacaktır sanki o sessizce boynunu bükmüş ağaçlar…
Ankara’da sonbahar başka türlüdür. Sarhoş eder insanı. Renkten sarhoş eder, hüzünden sarhoş eder… Bıraksa gitmek istersiniz… Bırakmaz. Gitseniz sarısı sizi geriye çağırır.
Öyle bir kendinden geçme halidir ki bu, tüm eski sevgililerinizi aramak istersiniz bir bir. Tüm dostlarınız “hadi gel kafa çekelim” mesafesinde olsun istersiniz.
Bir sonbaharda Ankara’da ellerinizi cebinize sokarak ve yanında şımarıkça gülümseyerek ve hiç konuşmayarak onunla yürümek istersiniz… Hangi sokağa girdiğinizi bilmeden ve düşünmeden hiç… Ayaklarınıza sarı yapraklar bulaşarak ve kulağınıza yaprak çıtırtıları dolarak… Öylesine yürümek… Ankara’da… Sonbahar’da… Yapmazsanız eksik kalır hayat…
NURAN YILDIZ
/*/*/*/*/
Adım Sonbahar
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
Attila İlhan