17 Ekim 2009

Hangisi ceza..? Ödenen üç kuruş mu, yatılan üç yıl mı, ömür boyu süren mi..?



Murat, polisin siren sesini duyup, yavaşlamadan önce, gözü hız göstergesine gitti. Hız limitinin 80 kilometre olduğu yerde, 120 kilometrenin üzerinde bir hız ile gidiyordu. Son dört ay içerisinde,  dördüncü defa polis tarafından durduruluyordu. "Bir insan, nasıl bu kadar şanssız olabilir..?" diye düşündü ve arabasını sağa çekti. "İnşallah, şu anda yanımızdan daha hızlı bir araba geçer." diye aklından geçirdi. O zaman polis, belki daha hızlı aracın peşine düşer ve kendisi kurtulabilir, şeklinde bir senaryo hayal etmişti. Fakat, bu düşünce ve hayali, ne yazık ki gerçekleşmeyecek gibi görünüyordu.

Polis, elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi. Murat, biraz uzak olmasına rağmen, polisi tanımıştı.. "Hilmi... Bu polis, gitiği kahvehanedeki Hilmi değil mi?" sorusu geçti aklından.. Gördüğü kişiyi, hafızasında sorguladı bir an.. İyice arabasının koltuğuna sindi. Bu karşılaştığı durum, bir cezadan daha kötüydü. Oturduğu semtin kahvehanesinden tanıdığı ve samimi oldukları bir polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın, birini durduruyordu. Hem de,  hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettiği için.

Murat, yavaşça arabasından indi ve Hilmi'nin yanına gelmesini bekledi.. Hilmi yanına geldiğinde, yüzünde acı bir tebessümle; "Merhaba Hilmi. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz, bu şekilde bir karşılaşma, çok ilginç." dedi.. Hilmi ise, onun bu sitemkar sözlerine aldırış etmeden, kararlı ve normal bir ses tonu ile; "Merhaba Murat." demekle yetindi..

Hilmi gülümsemiyordu. Murat ise, yine aynı tavırla; "Beni, karım ve çocuklarımı görmek için, eve giderken yakaladın." dedi.. Hilmi, ''Evet,  öyle..!!" demekle yetindi.. Hilmi, umursamaz görünüyordu. Yüz ifadesinden, ne düşündüğünü anlamak mümkün değil, Murat'ın sözlerine kısa ve kestirme cevaplar vermeyi tercih ediyordu.. Kısa bir süre daha öylece durdular.. Hilmi, sakin bir şekilde, durduğu yerden, arabanın orasına burasına gözucuyla bakıyordu.. Bakıyormuş gibi yapıyordu.. Aslında, Murat'ın konuşmasını bekliyordu.. Bakalım neler söyleyecek, ne gibi mazeretler ileri sürecek diye.. Murat ise, onun kendisine karşı bu tutumuna, içten içe kızıyor ve biraz daha dostça ve yumuşak bir tavır beklentisi içinde, Hilmi'yi süzüyordu..

Bu kısa sessizliğin ardından, Murat; "Son günlerde, eve hep çok geç geldim. Çocuklarım beni uzun süredir hiç görmedi. Ayrıca, Hülya bana bu akşam; balık ve güzel mezeler hazırladığını, söyledi. Ne demek istediğimi anlıyor musun?" diyerek, arkadaşına biraz anlayışlı olması gerektiğini, en azından bu defalık, ailesi için kendisini daha makul görmesini, sağlattıracağını düşündü.. Bu cümleleri kurarken.. Arkadaşı Hilmi ise, onun bu sözlerinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor ve yine umursamaz tavrını sürdürerek; "Evet, ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca, trafik kurallarını ihlal ettiğini de, biliyorum." diye kesin bir cevapla, Murat'ın niyetini anladığını ve bu sözlerin boşuna olduğunu arkadaşına hissettirdi..

Murat, artık durumun sandığından kötüye gitmekte olduğunu farkedip; "Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Başka bir şeyler denemek gerekli" diye düşündü ve farklı bir tutum izlemeye karar verdi. "Beni kaç ile giderken yakaladın?" sorusu ile fazla hızlı gitmediğini, arkadaşına ima yollu hissettirerek, hızını inkar etme yoluna başvurdu, bu defa.. Hilmi, bu soruya cevap verirken, diğer yandan da arkadaşına; "120 ile. Lütfen, arabana girer misin?" diyerek, arbasına binmesini işaret etti.. Murat, halen arkadaşının davranışlarına anlam verememekte ve kendi bildiği yoldan ilerlemek kararındadır. "Bak  Hilmi, bir dakika beni dinle. Seni gördüğüm anda göstergeye baktım. Sadece 90 kilometreyle gidiyordum." diyerek, hızının fazla olmadığında ısrarını sürdürmekte kararlı görünüyordu.. Hilmi ise, artık onun söylediklerini hiç duymuyor ve az önceki sözlerini bu kez biraz daha yüksek sesle tekrarlıyor; "Lütfen Murat, arabana gir" diyerek, sözün bittiğini belirtiyordu..

Murat, canı sıkkın bir şekilde arabasına girip, kapıyı da çarparak kapattı. Hilmi ise, bu sırada, not defterine bir şeyler yazıyordu. Murat, olanları düşünüyor, fakat bir anlam çıkaramıyordu. Niye, niçin ve neden ile başlayan sorularına, bir türlü cevap bulamıyor, anlamlı yanıtlara ulaşamıyordu. "Hilmi, niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatımı istemiyor ki" diye düşünüyordu. Ne olursa olsun, bundan sonra kahvehanede bu adama rastlayıp, selamlaşmak zorunda kalmaktansa, bir süre kahvehaneye gitmeyecekti. Hilmi'yi okey listesinden, kesin çıkarmalıydı.

Murat bu düşünceler içindeyken, Hilmi de, not defterine yazacaklarını bitirmiş ve arabanın kapısını tıklatıyordu. Murat, arabanın penceresini beş-altı santim kadar açtı. Hilmi de, pencerenin aralığından, biraz önce yazmış olduğu notu Murat'a uzattı ve oradan hemen uzaklaştı. Murat ise, katlanmış kağıda bakarak; "Ceza değil bu" diye, kendi kendine söylendi. Bir anda sevinmişti, Murat. En azından, ceza yazmamıştı, arkadaşı Hilmi.. Diğer yandan da, bu karşılaşmada oluşan, olumsuz durumun sona ermesi, Murat'ı bir nebze olsun rahatlatmıştı..

Murat, katlanmış kağıdı açtı.. Hilmi, kağıda şunları yazmıştı: "Sevgili Murat, benim bir kızım vardı. Kızım, altı yaşındayken, çok hızlı araba kullanan biri, çarparak öldürdü. Bu kazadan dolayı, adam üç yıl ceza aldı. 3 yılın sonunda, adam hapishaneden çıkınca, kendi çocuklarına istediği gibi sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben... Benim kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmem imkansız.. Bu durumda bin yıl acı çeksem dahi, onu koklayamam. Belki öbür dünyada buluşabiliriz diye, ümit etmekten başka, elimden bir şey gelmiyor.. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kere de başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır ama, halen kızımı düşünüyorum. Lütfen, benim için dua et ve dikkat et, sevgili Murat, elimde bir tek oğlum kaldı..."

Murat, okuduklarının etkisiyle, uzunca bir süre yerinden hiç kıpırdamadan, arabanın içinde oturup bekledi.. Düşündü..  Arkadaşının yazdıklarını, onun bunları yazarken neler hissetiğini, duygularını düşündü.. Bedeninde hiç bir hareket emaresi yoktu ama, beynindeki hücreler hareket halindeydiler.. Uzunca bir süre arkadaşının bu duygularını, bu duygu ve acı ile nasıl başettiğini düşündü.. Onun hissettiklerini tahlile çalıştı.. Kendi çocuklarını düşündü, kendisi ile onun hislerini karşılatırmaya çalıştı.. Çocukları aklına gelince, toparlanıp gitmesi gerektiğini düşündü.. Epey gecikmişti ve kimbilir ne kadar merak içindeydiler, karısı ve çocukları.. Çocuklarını düşünmek, onun biraz kendine gelmesini ve toparlanmasını sağlamıştı..

Bu defa, çok ama çok yavaş bir hızla evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı. Gözleri buğulandı, Hilmi'nin yazdıkları, gözlerinde canlandı tekrar ve gözlerinden akan damlalar, çocuklarının omuzlarına düştü..

Şimdi, arkadaşını ve onun kendisine karşı, o an ki tavrını daha iyi anlayabiliyordu.

10 YORUMLAR :

Özgür dedi ki...

O kadar polis görmüşlüğüm vardır, hiç bir tanesinin bile böyle bir not yazmayacağından eminim. Güler yüzü falan geçtim, insana insan muamelesi yapan bir tane bile polis görmedim. Belki vardır ama ben görmedim. Bu benim gereksiz yorumumdu. :D

Hikayeye ve başında geçen soruya gelince, ceza tabii ki sevdiğinden uzakta kalan insanın çektiğidir. Kaybettiği kızını geri getirebilmesi imkansız. Aşırı hız, alkol ve serserilik bileşenleri yüzünden birisi bana veya sevdiklerime bir zarar verse onu affetmeyi bırakın karşıma çıktığı her ortamda kafasını ezmek için elimden geleni de yaparım.
Bu olaya tek taraflı bakmamak lazım, aşırı hızdan dolayı Murat bir çocuğa veya başka birine çarpıp öldürebilir ama kendi kendini de öldürebilir. Sonuçta dikkatsizlik yüzünden birilerine büyük zarar vermiş olacak.
bir de araba kullanıpta hız sınırlarına uyan hiç kimse de yoktur. Bende araba kullanıyorum ve şehir içinde hız sınırı olan 50km ile araba kullandığımı hiç hatırlamıyorum.
Şöyle bir şey var, bütün dünya ülkelerinde hız sınırı şehir içi 50km, şehir dışı 80km, otoban 130 km'dir. Peki üretilen arabaların kilometre saatlerine bir bakın kaç tanesi 200km'nin altıda ibreye sahip. Aşırı hız yapanları suçludur ama o arabayı üreten firma da en az o vatandaş kadar suçludur.

Toplum sorunlarından hikayeyi yorumlamayı unutmuşum ya. :D
Her ne kadar bir polisten öyle bir davranış beklemesem de, verdiği ders itibarıyla çok güzel bir hikayeydi. Eline, koluna, klavyene, yüreğine sağlık...

Arzu Breda dedi ki...

Sevgili Özgür;

Bu mesajı, yorumuna bir cevap olarak kabul etme..
Şimdi, işten çıkmam gerekiyor..
Fazla zamanım yok..
Pazartesi günü, daha uzun cevap vrebilirim..

Sevgilerimle..

Zeugma dedi ki...

Sevgili Arzucuğum,
Senin bu insanlık dersi veren kurgularına bayılıyorum. Her iki tarafın da yaşadığı hisleri, içinden geçenleri nasıl da güzel aktarmışsın.
Bu hikayenin çok benzerini bizim komşularımız yaşamıştı. Bir diş hekimi kızlarını arabasının altına almıştı , kız yaşasaydı şimdi koskoca bir genç kız olacaktı..Adam birkaç yıl yatmadı bile .Hani 8/.. kusurlu cezalar vardır ya.. O yüzden çıktı hemen..

Şimdi kurgu çok güzel..Böyle de olması gerekir zaten. Hilmi Murat'a hayatı boyunca unutamayacağı çok hüzünlü bir ders vermiş. Murat'ın bir daha hız yapacağını sanmıyorum. Ama Hilmi Murat'a yine de ceza kesseydi be güzelim. Madem sınırı aşmış kesilmeliydi o ceza..Takıldığım yer burası..
Kimbilir arkadan gelecek ve ceza yazılacak bir sonraki arabanın içinde ne tür bir gerçek, ne tür bir hüzünlü hikaye vardı da hız yapmıştı. Bilebilir miyiz?
O yüzden eş, dost, tanıdık,komşu, okey arkadaşı hiç farketmemeli hiçbir meslekte..Kurallar neyse mutlaka uygulanmalı.Dolayısıyla bu hikayede ceza da yazılmalıydı, diyorum ben.

Ayrıca kimse karşısındaki yetkili sırf tanıdık diye tolerans ya da iltimas beklememeli. Hoş değil bence..

Gördüğün gibi yine tartışmaya açık bir konu seçmişsin.Hem de çok :)
Yazan ellerine sağlık sevgili Arzucuğum..
Öpüyorum..Sevgilerimle..

NoEngel dedi ki...

Merhaba Arzucum,
Trafik canavarlarına ders olacak nitelikte bir hikaye olmuş.Burada ki Murat,polis herşey kurmaca ama bir gerçek var ki çocukların,kardeşimizin,annemizin,babamızın bu canavarlar yüzünden öldüğüdür.Çok sevdiğim babamı trafik kazasında kaybettim daha 6,5 yaşındaydım.O gün bugündür babamı elinde bize aldığı nevale torbasıyla gelecek,bizi sevindirecek diye bekliyorum desem yeridir. O yüzden bu acıyı ne bir trafik cezası dindirebiliyor,neden alınan önlemler.İnsanlar bir iki dakikalık heyecanı için yıllarca sürecek acılara neden olabiliyor.Herşey sorumluluk anlayışından geçmekte, ilk önce ben tarfik kurallarını çiğnersem neler olur diye düşünmeli,üstüne gazete kağıdı örtülenin bir yakını olabileceğini düşünmelidir.

Canımın içi arkadaşım müthiş bir hikaye olmuş,emeğine,yüreğine sağlıcak.
Sağlıcakla ve mutlulukla kal...

Arzu Breda dedi ki...

Sevgili Özgür;

Evet, hiç bir polis böyle bir not yazmayabilir..
Fakat, sonraki cümlene katılmayacağım..
Senin tezine göre, tüm polisler asık yüzlü ve kötü olduğu düşünülürse, bu tezi okuyan ve duyanların düşüneceği ne olur biliyor musun..?
Bu toplumda hiç güler yüzlü ve iyi insan yoktur diye düşünecektir..
Veya, bu ülkede, polisleri işe alırken, en kötü karakterli olanlardan seçiyorlar, ya da polislere böyle olmaları konusunda eğitim veriyorlar, diye düşünürler..

Hiç böyle bir şey olabilir mi..?
Bir ülkede toplumun yapısı nasılsa, her kurumda görev yapan insanların davranış şekilleri de, artı ve eksisi ile benzerlik gösterir..
Bu benzerliği değiştirmenin elbette metodları vardır..
Kurumlar eleman alırken yapacakları test ve değerlendirmelerle, istedikleri kriterlerdeki kişileri seçerek ve onlara belli kurs ve seminerler vererek, ne şekilde davranmaları konusunda uyarılarda bulunabilir ve bu kurallara uymayanlar hakkında yapılacak işlemleri onlara kesin bir dille söyleyebilirler..

Diğer, hız sınırının araçları üretenler tarafından yapılması gerektiğini belirtmiş ve bu yapılmadığı için araç üreticilerine de suçlamada bulunuyorsun..
Bir yere kadar, hak verebilirim belki ama, ben böyle bir şeyin doğru olmadığı kanaatindeyim..
Nedenine gelince; Önce sınır olarak kaç kilometre olacak ve bu belirlemeyi kim yapacak, sorusu karşımıza çıkar..
Diğer daha önemli neden ise; Her yolun yapısı nedeniyle, en çok yapılacak hız sınırı farklı olacaktır ve bu farklı hız sınırlarına göre nasıl araç geliştirilebilinir, bunu da dikkate almak zorundayız..
Ayrıca, herhangi bir durumda, örneğin, bir aracı sollamak gerektiğinde, hız sınırını aşmak ve elbette solladıktan sonra da, normal hıza düşürmek zorundayız..
Aynı şekilde, itfaiye, ambulans ve emniyet araçları "gerektiği" zamanlarda bu hız sınırından muaf tutulmuşlardır..
Yine bir önek daha vermek istiyorum; İki şeritli ve tek yönlü bir yolda, biz sol şeritten belli bir hızla giderken, arkamızdan da bir ambulansın geldiğini gördük, ancak sağ şerit taman dolu ve bizim sağa yanaşıp ambulansa yol verme imkanımız yok. Bu durumda yine hız sınırına uyacak mıyız, yoksa ambulansın gittiği hız sınırını aşarak onun hızını azaltmamasını mı sağlamalıyız..?

Trafikte yapılan en büyük hataların birincisi, ki bu hata insan kaynaklıdır, insanların karşısındakine saygısının olmaması, her türlü hal ve durumda, kendisini haklı ve üstün görmesidir..
İnsanlar bu tavrını devam ettirdiği ve trafik kurallarını gereksiz saydıkları sürece, kazaların ve yaşanan bu olumsuzların önüne geçilmesi imkansız olacaktır..

Sevgili Özgür, hem fikir ve düşüncelerini bizimle paylaşarak katkıda bulunduğun, hem de hikayeyi beğendiğin için söylediğin güzel sözler için, çok teşekkürler.. :)

Sevgilerimle..

Arzu Breda dedi ki...

Canımın içi Zeugmacığım;

Çok haklısın canım, komşunuzun başına gelen olay gibi, her gün onlarca kaza meydana gelmekte ve bu kazalar sonucu da, bir çok insanın hayatı sona erdiği gibi, geride de bir çok gözü yaşlı ve acılı aileler, yetim ve öksüz kalan çocuklar ve bir çok ağır travma geçiren insan kalmaktadır..
Malesef bu kazalar sonucu, yitip giden yaşamlar, sakatlanmalar sonucu çalışma inkanından yoksun kalan insanlarımız, boşa heba olan maddi ve ekonomik değerlerimiz ve saymakla bitmeyecek kayıplara uğramaktayız..

Şimdi, hikayenin kurgusu ve senin takıldığın ve eleştirdiğin yönlerine değineyim azıcık..
Öncelikle, evet kuralların uygulanmasında hiç kimseye ayrıcalık tanınmamalı, bu konuda çok haklısın..
Fakat, benim belirtmediğim şöyle bir husus var; Hikaye, çok çok kısa sadece küçük diyaloglardan oluşan bir öyküydü..
Öyküyü okuduğumda çok hoşuma gitti ve yabancı olan isimleri Türk isimleri yaptım, kilise arkadaşlığını ise semt kahvesinden tanışma şekilinde düzelttim. Diyaloglarda ise fazla oynamadan, bir kaç ekleme ve çıkarma yaparak aynen yer verdim. Bunların dışında, karaktererin iç dünyasını yansıtan fikir ve düşünceleri arttırarak bu hikayeyi bu hale getirdim..
Zamanım kısaydı, işten çıkmama yaklaşık bir saat kalmıştı ve bir saat içinde hem bunları, hem de yazıya istediğim şekli verip, kontrol ederek ve yayınlamam gerekiyordu.. Hatta, üstte gördüğün Özgür'e yazdığım yorumuda aceleden yazıp, öyle işten çıktım..
Elbette, hikayede hatalı yönler bulunabilir.. Bu durum biraz benim anlattığım gibi, aceleye gelmesi ve hiç bu tür yanlış dersler verecek yanlarının bulunmadığı üzerinde, eleştirel bir yaklaşımla düşünmemiş olmamdır.

Ancak, bir tek "polis keşke ceza kesseydi" sözüne küçük bir itirazım var.. Ceza kesmemesini tabii ki eleştirebilirsin.. Fakat, o zaman bu hikaye ve kişilerin iç dünyaları ile ruhsal yapıları böyle anlatılamazdı.. O zaman bu hikaye doğmazdı.. Murat'ın o kağıda bakıp, önce "Ceza değil bu" demesi ve hikayenin sonunda ise, her ne kadar açıkça ifade edilmemiş olsa bile, polisin o kağıda yazdıklarının, Murat üzerinde bir ceza etkisi yarattığı görülmektedir.. Hatta maddi cezadan daha bile fazla..
Cezaların amacı eğer caydırıcılıksa, bundan daha caydırıcı bir ceza olabilir mi..?

Canımın içi, yukarıda yazdıklarım benim kişisel düşüncelerim.. Elbette ki, bir toplumda toplumun tüm kesimlerinin uymaları gereken yasa ve cezalar bu şekilde düşünülerek yapılmıyor.. Çünkü, insanlar maddi cezalardan anlayabiliyor ve korkuyorlar.. Manevi cezalar insanlara vızgeliyor.. Umursamıyor, bir an için umursasa bile sonradan unutuyor.. O nedenle, cezaların olmasını, hatta yetersiz kalanların gözden geçirilerek, caydırıcı düzeye çıkarılması gerektiğini belirtmeliyiz..

Zeugmacığım, teşvik edici güzel sözler yanında, yapıcı ve ders veren eleştirel yorumunla, hikayeye verdiğin katkıdan dolayı çok teşekkür ederim.. :)
Senin de, yorum yazan ellerin dert görmesin, canım Zeugmacığım..
Öpüyorum canım..

Sevgilerimle..

Arzu Breda dedi ki...

Canım arkadaşım NoEngel;

Ahh canım, bu yazımla senin acını tazelediğim için, çok üzgünüm.. :(
Biliyorum elbette, o acı hiç bir zaman unutulmaz.. İnsanın, bilhassa çocuklukta başına gelen acı olayları unutması mümkün değildir.. O yaşlarda uğradığı acılar, çocuk üzerinde unutulmaz izler bırakmaktadır.. Bu izlerin silinmesi için mutlaka psikolojik destek alınması gerekmekte, ancak ülkemiş şartları ve bu tür olayların fazlalığı göz önüne alındığında bunun ne kadar imkansız olduğu da görülmektedir..

Yorumunda değindiğin gibi, malesef insanlarımız bu yaşanan olaylardan ders almıyorlar.. Bana bir şey olmaz zihniyeti, bir çok cana malolmaktadır.. Önlemler yetersiz.. Cezalar caydırıcı olmaktan uzak.. Olaylar sonucunda, ah vahlardan başka bir şey yapıldığı yok.. Malesef.. :(((

Canım arkadaşım, tekrar sana o acını hatırlattığım için üzüntülerimi bildiririm.. :(((
Hikayeye gösterdiğin ilgi ve güzel sözlerin için de, ayrıca teşekkür ederim..

Sevgiyle ve mutlulukla kal..

Özgür dedi ki...

Ya tabii ki var güler yüzlü insancıl polisler ama bana hiç denk gelmedi onu diyorum. :D
Ama not kısmında ısrarcıyım hiç birisi yazmaz.
Bu polisler konusunda çok katıyım biliyorum. :D

Bir de hız sınırı olayına değineyim. son model arabalarda kadran 300 kmyi görüyor. Hangi ülkede böyle bir sınır var ki?
Tüm ülkelerde hız sınırı maksimum 150 km.(İran hariç :D) O da otobanlarda. Yani sınır buralarda tutulabilir. Hız manyakları da bundan daha fazlasını yapamayacakları için kazalarda bir azalma olur. Çünkü yeni arabalarda, ABS,EBS bilmem ne bir sürü fren sistemi var.
Ayrıca ambulans, polis arabası, itfaiye gibi araçlar özel siparişle üretilir. Yani atıyorum piyasadaki bir arabanın motor hacmi maksimum 3000 cc ise polis arabaları 3500cc dir. Yani hepsi özel üretim olduğu için, normal araçlara uygulanan o sınırlama aciliyeti olan araçlara uygulanmaz. Bunu yapmak mümkün ama tabi kapitalizm olayı şirketler bunu göze alamıyorlar.

Ayrıca şu sol şerit örneğine de değineyim. Sol şerit sivil araçlar da, öndeki aracı sollamak için, ya da dönüşler de kullanılır. Zaruri olmadığı müddetçe sol şerit kullanılmaz. Türkiye'de trafik sağdan akar diye bunun için diyorlar. Tabi biz kuralları sallamadığımız için pek bilmiyoruz bunu. Yani herkes kuralıyla gidiyor olsa sağ şeritteki araç 50km ile gider. bir aracı sollarken arkadan ambulans sireni duyulursa hızlanılır boş olan yerden sağ şeride girilir. Ayrıca şu 88-89 kuralı var herkes onu kullanırsa da her aracın arasında 300 mt boşluk olur. Yani o durumların hepsinde kural tanımazlık faktörü giriyor olaya.
Tabi bunda şunun da faktörü var 15 günde ehliyet alıyoruz. hiç bir eğitimi tam almadan.

Yani ben diyorum ki suçun %80i kişilikten kaynaklanıyor. Ama devlet, firmalar, şunlar bunlar da suçlu.

Ben hayatın gerçeklerini yorumlamaktan hikayedeki verilen mesaja yoğunlaşamadım. Yukarıdaki yorum da eksik kalmış zaten açıklamaları yapmamışım.:D
Ders niteliğinde bir yazı bu...

Arzu Breda dedi ki...

Özgürcüm,

Hah işte ben de onu diyorum zaten, elbette herkes güler yüzlü olamaz, olması da imkansız zaten.. :)
Neyse, paralel olmasak da, tam çapraz çizgide değiliz.. :D

Ayrıca, araçlar ve hız konusunda ki teknik bilgiler için çok teşekkürler..
Çok aydınlatıcı oldu..
Kapitalizm konusuna zaten hiç girmeyelim ama, o konuda haklısın deyip, son model arabalar konusuna azıcık dokunup geçeyim..
Tamam, son üretilen araçlarda hız sınırı, uygulamanın çok çok üstünde..
Ancak, bir de gelişen bir teknoloji var..
Yani şimdi, 50-60 sene öncesi üretilen arabaların hız sınırını düşün, hız sınırı aynı kalsaydı nasıl olurdu..?
Yeni yapılan yollar, hızlı gidişe uygun ve hatta yavaş gidenlere uygun değil..
Belli bir hızın altında gitmek, kazalara yol açabilir..
Ben, araçlardaki hız sınırı önemli değil derken, hiç önemsizliğini savunuyor değilim elbette..
O kadar da ahmak sayılmam yani.. (estağfurullah filan demen gerekmez) :D

Sol şerit olayında da, sana katılıyorum elbette..
Benim verdiğim örnek, biraz absürt bir örnek olsa da, sık sık karşılaşılan bir durum olduğunu sen de kabul edersin..
Bilhassa hiç bir kural tanımayan ülkemiz insanları için verdim o absürd örneği..
Kurallara tam uyulan yerlerde zaten öyle bir durum olmuşmaz..

Son olarak ehliyet olayına da değineyim, sen açtığın için..
Trafik ehliyetinin şu kadar günde veya az eğitimle alınıyor olmasından önce bakmamız, yapmamız gereken başka bir şey var bence..
Ülkemiz insanlarının önce "insan olma ehliyeti" almaları, sonrasında da diğer ehliyetlere müracat etmeleri icap eder..

Özgürcüm, yorumunda yeteri kadar bilgilendirme, katkı sağlamışsın zaten..
Verilen mesaj konusu zaten herkesin anlayabileceği türden..
Beğendiğin için de ayrıca tekrar teşekkür ederim.. :)

Sevgilerimle..

TAZE NANE dedi ki...

HER ARKADAŞLIĞIN GÖKYÜZÜNDE BİR MELEĞİ VARMIŞ.
SEVGİLER...

EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu